şeklinde güzel bir ifadesini bulmuştur. Evet Bediüzzaman Hazretleri mensub olduğu veya içinde doğup büyüdüğü Kürd kavmini, Kürtlüğünü veya o bölgeli olduğunu, değil inkar etmek, icab ettiği zaman en sert bir lisanla, frengi ırkçılık içinde zebun olmuş münafık bazı insanlara karşı müdafaada tereddüt etmemiştir.
Evet, Türklerin mezkûr büyük hizmetlerinden dolayı denilebilir ki: Hazret-i Üstâd Bediüzzaman hayatının en mühim ve en semeradar bölümünü -Belki ma’nevî bir emre müsteniden- Türklerin içinde geçirmiş ve dünya ve ahiret saadetlerini te’mine medar ve pek kudsî bir ilim ve irfan definesi olan Risale-i Nur Külliyatı’nı Türkçe lisaniyle ve Türklerin içinde te’lif etmiş ve en başta Müslüman Türk milletine yadigâr olmak üzere, tüm İslâm milletlerine ve hatta beşeriyete hediye etmiş, miras bırakmıştır.
Evet, Üstâd Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri, Türk milletinin bin senelik İslâm’a hizmet mâzisiyle İslâmiyet’e bayraktarlık ve nöbettarlık etmesi ve İ’lâ-i Kelimetullah hakikatini cihanda payidar etmek için, bütün fedakârlıkları yapması haysiyetiyle, elbette böylesi emektar bir milletin en muhtaç olduğu bir zamanda ve uğrunda milyonlarla şehid verdiği imanı ve akidesi tehlikeye düştüğü bir vakitte, Bediüzzaman Hazretleri bu millete elbette ve elbette en büyük bir dinî yardımı, bir imanî hizmeti.. Ve ecdadının mazisiyle bihakkın müftehir bulunduğu şerefini vikaye edecek en vefadar bir muaveneti, bir yardımı yapması mutlaka lâzım ve vacib idi ki, yaptı.
şurada hemen şu noktayı da belirtmek gerekir ki, Türk ismi her ne kadar belli bir ırka mensub ve aynı lisanla konuşan bir millete verilmişse de, ırkçılık zihniyeti Müslüman toplumu içinde türemeden önce, Türk kelimesi, İslâm kelimesinin aynı veya müradifi olarak Selçuklu ve Osmanlılar’da kullanılırdı. Onun için idi ki; Türk milleti, Selçuklular döneminde, Horasan, İran, Irak, Suriye ve bir kısım Anadolu’ya hükmettikleri zaman, onların cihad saflarına katılan sair İslâm milletleri ve unsurlarından olan İran, Beloç, Deylem, Harzem, milletlerinden, hatta Kürt ve Çerkez de çok bulunduğu gibi... Bilâhare Anadolu’da İslâm Devletinin temelleri atıldıktan ve Osmanlı ımparatorluğu kurulduktan sonra, İslâm milletlerinin hemen ekser unsurlarından Osmanlı ordusun’a cihad ve harbe iştirakleri her zaman görülmüştür. Hatta bazı Arap tarihçilerinin yazdıklarına göre, Yavuz Sultan Selim’in büyük Çaldıran seferindeki fütuhatçı ordusunda Kürt unsuru özellikle göze çarpmaktaydı. Selçuklular olsun, Osmanlılar olsun, hiç bir zaman devlet ve hükûmetlerini kavmiyet üzerine, yani Türklük üstüne bina etmedikleri için, özellikle Osmanlı hâkikimiyeti altında bulunan Türk olmıyan birçok unsurlar, bu İslâm devleti ve sonraları hilâfeti namına Osmanlılara ve Türklere katılıp, başka unsurdan olduğu halde, sorulduğu zaman: “Ben
Evet, Türklerin mezkûr büyük hizmetlerinden dolayı denilebilir ki: Hazret-i Üstâd Bediüzzaman hayatının en mühim ve en semeradar bölümünü -Belki ma’nevî bir emre müsteniden- Türklerin içinde geçirmiş ve dünya ve ahiret saadetlerini te’mine medar ve pek kudsî bir ilim ve irfan definesi olan Risale-i Nur Külliyatı’nı Türkçe lisaniyle ve Türklerin içinde te’lif etmiş ve en başta Müslüman Türk milletine yadigâr olmak üzere, tüm İslâm milletlerine ve hatta beşeriyete hediye etmiş, miras bırakmıştır.
Evet, Üstâd Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri, Türk milletinin bin senelik İslâm’a hizmet mâzisiyle İslâmiyet’e bayraktarlık ve nöbettarlık etmesi ve İ’lâ-i Kelimetullah hakikatini cihanda payidar etmek için, bütün fedakârlıkları yapması haysiyetiyle, elbette böylesi emektar bir milletin en muhtaç olduğu bir zamanda ve uğrunda milyonlarla şehid verdiği imanı ve akidesi tehlikeye düştüğü bir vakitte, Bediüzzaman Hazretleri bu millete elbette ve elbette en büyük bir dinî yardımı, bir imanî hizmeti.. Ve ecdadının mazisiyle bihakkın müftehir bulunduğu şerefini vikaye edecek en vefadar bir muaveneti, bir yardımı yapması mutlaka lâzım ve vacib idi ki, yaptı.
şurada hemen şu noktayı da belirtmek gerekir ki, Türk ismi her ne kadar belli bir ırka mensub ve aynı lisanla konuşan bir millete verilmişse de, ırkçılık zihniyeti Müslüman toplumu içinde türemeden önce, Türk kelimesi, İslâm kelimesinin aynı veya müradifi olarak Selçuklu ve Osmanlılar’da kullanılırdı. Onun için idi ki; Türk milleti, Selçuklular döneminde, Horasan, İran, Irak, Suriye ve bir kısım Anadolu’ya hükmettikleri zaman, onların cihad saflarına katılan sair İslâm milletleri ve unsurlarından olan İran, Beloç, Deylem, Harzem, milletlerinden, hatta Kürt ve Çerkez de çok bulunduğu gibi... Bilâhare Anadolu’da İslâm Devletinin temelleri atıldıktan ve Osmanlı ımparatorluğu kurulduktan sonra, İslâm milletlerinin hemen ekser unsurlarından Osmanlı ordusun’a cihad ve harbe iştirakleri her zaman görülmüştür. Hatta bazı Arap tarihçilerinin yazdıklarına göre, Yavuz Sultan Selim’in büyük Çaldıran seferindeki fütuhatçı ordusunda Kürt unsuru özellikle göze çarpmaktaydı. Selçuklular olsun, Osmanlılar olsun, hiç bir zaman devlet ve hükûmetlerini kavmiyet üzerine, yani Türklük üstüne bina etmedikleri için, özellikle Osmanlı hâkikimiyeti altında bulunan Türk olmıyan birçok unsurlar, bu İslâm devleti ve sonraları hilâfeti namına Osmanlılara ve Türklere katılıp, başka unsurdan olduğu halde, sorulduğu zaman: “Ben
Yükleniyor...