ellibeş seneden beri, hatta Mart hadisesinde ırkçıların kulüpleri açıldığı zaman, onların umumuna: “Milliyetimiz İslâmiyet’tir, bütün biz kardeşiz, ırkçılıkla tefrika vermeyin!. Türk Milliyeti İslâmiyet milliyeti içinde mezc olmuştur: Türk milliyeti İslâmiyet milliyetidir” diye o dehşetli hadiselerde belâyı onda birisine indiren.. Ve bütün memleketini, akrabalarını ve aşiretlerini bırakıp, sırf Türk milleti evlâdına hakikat-ı imaniyyeyi ders veren ve yirmi sekiz sene işkencelerle azabı çektirdikleri halde, o hizmet-i imaniyyeden vazgeçmiyen bir adama bu ırkçılığı isnat etmek, yüz derece haksızlık ve insafsızlıktır..”(94)

Görüldüğü üzere, Üstâd’ın şu anlayıştaki bir İslâm milliyetçiliği dışında ve Kur’ânda ve hâdiste tel’in edilmiş olan ırkçılık, kavmiyetçilik zihniyeti -ki insan oğlunun vahşet ve bedeviyet devirlerini yaşadığı zamanlardaki cahilî adeti ve davranışıdır- keşmekeşliğe, sukûta, canavarlığa doğru götüren en büyük bir amil olduğunu bilmiştir. Buna binaen Kur’ân lisaniyle de “Cahilî Hamiyet” diye vasıflanan o gibi milliyetçiliğe elbette yanaşmamıştır. Bu devirde de dessas ve şeytan münafıkların uyandırmak için plânlarından en başta geleni olarak: “Biri diğerini inkar etmektir.” Çünkü inkârla aksi tepki uyanır, birbirine düşman kesilirler. Halbuki büyük Kur’ânımız ise: “Biribirinizi tanımalısınız” diyor. Yani “birbirinizi inkâr etmeyiniz, hakir görmeyiniz!”

Evet, Osmanlı Devleti’nin son zamana kadarki müsbet siyaseti hilâfına olarak memleketimizdeki siyasîler, en başta İttihad ve Terakkicilerin ırkçı grubu(95), dessas bazı münafıkların tuzağına düşmüş gibi, bu inkâr mekanizmasını çalıştırmışlardır.

Cahilî hamiyet, yani ırkçılık ve kavmiyetçiliğin asrımızdaki tipik örnekleri ise; Türk Turancılığı, Alman Ariciliği veya Naziciliği.. ve şimdi de Arap Ba’sîciliğidir. Her ne ise...

Yükleniyor...