şeklinde olduğu gibi.. Yazı ile, söz ile, yani tenkit etmekle ve bazıları gibi küfürle, dinsizlikle ittiham etmekle ve saire ile de menfi hareket olur.
Hazret-i Üstâd’ın son dersinde, üzerinde durduğu husus; her halde sözlü tenkit ve yazılı hücum mes’elesidir. Çünkü zaten Nur talebelerinin eylem halinde menfice bir karşı koyma hareketlerinin mümkin olmadığı ve Üstâd’ın mesleğinde ve hizmet proğramında öyle bir şeyin bulunmadığı açık ve kesindir. O halde, anarşiliğin bir çeşit başlangıç noktası olan, sözlü ve yazılı tenkitler, hücumlar ve beyanlardır ki, zaten Üstâd Hazretleri’nin en son dersi ve veda’ vasiyetinden aldığımız parağraflar da bunu açık göstermektedir.
Ve sonuç olarak: Hazret-i Üstâd Bediüzzaman Said-i Nursi’nin hayatının çeşitli dönem ve safhalarında bu mevzu’da gösterdiği hareket ve tutumları yanında, konuştuğu sözlerinden, yaptığı nasihatlarından ve verdiği ders ve beyanlarından aldığımız nümûneler, bizce karanlık nokta bırakmayacak şekilde mes’eleyi aydınlatmıştır. Verdiğimiz bu nümûneler gibi daha bir çok örnekler de göstermek mümkündür.
ÖzelBir Mevzuu’
Üstteki, mevzuu ilgilendiren hususi bir mes’elenin beyanını, -yanlış bir anlaşılmaya sebep olmaması için- kaydetmek gerekir ki:
Hazret-i Üstâd Bediüzzaman, dâhili cihad ile hârici cihadı birbirinden o kadar kesin ve azim bir şekilde tefrik etmiştir ki; dahilî cihadın yalnız ve yalnız ma’nevî şekilde, yani irşad, ıslâh, ikna ve ispat metoduyla ilmî ve kalemî şekilde olabileceğini.. O ise, irşad işinde menfiliği asla ve kat’a kabul etmeyip reddettiğini.. ve bunu bütün kanaat ve sarih ifadeleriyle beyan ettiği halde.. ve hayatında, bütün davranış ve muamelâtıyla bunu öyle göstermiş olmasıyla birlikte; bu demek değildir ki: Hazret-i Bediüzzaman dinin kudsî cihadında -Bin kere haşa!- tehavün göstermiş, lakaydlık yapmış, korkmuş veya dinin hakikatlarını bir nevi müdaralık içinde rüşvet vermiştir. Hayır, bin kere hâşâ ve kellâ!..
Evet, çünki o, asrın hem müceddidi, hem müçtehidi, hem mürşidi, hem muslihi, hem muhdisi, hem zamanın sahibi olduğundan; asrın insanlarının, hususiyle dahildeki Müslüman milletin irşad, ıslâh metodunu, keskin velâyet ve ferasetiyle, yine dinin ana kaynaklarından ve esas hakikatlarından çıkarmış, almış ve uygulamıştır. İslâm dininin en büyük müçtehidleri olan Dört Hak Mezheb İmamlarının da bu mevzuda Bediüzzaman’ın tatbik ettiği metod üzerinde olduklarını veya başka bir ta’birle Bediüzzaman Hazretleri onların tarz ve usulleri üzerinde bulunduğunu gösteren hayat tarihçeleridir.
Hazret-i Üstâd’ın son dersinde, üzerinde durduğu husus; her halde sözlü tenkit ve yazılı hücum mes’elesidir. Çünkü zaten Nur talebelerinin eylem halinde menfice bir karşı koyma hareketlerinin mümkin olmadığı ve Üstâd’ın mesleğinde ve hizmet proğramında öyle bir şeyin bulunmadığı açık ve kesindir. O halde, anarşiliğin bir çeşit başlangıç noktası olan, sözlü ve yazılı tenkitler, hücumlar ve beyanlardır ki, zaten Üstâd Hazretleri’nin en son dersi ve veda’ vasiyetinden aldığımız parağraflar da bunu açık göstermektedir.
Ve sonuç olarak: Hazret-i Üstâd Bediüzzaman Said-i Nursi’nin hayatının çeşitli dönem ve safhalarında bu mevzu’da gösterdiği hareket ve tutumları yanında, konuştuğu sözlerinden, yaptığı nasihatlarından ve verdiği ders ve beyanlarından aldığımız nümûneler, bizce karanlık nokta bırakmayacak şekilde mes’eleyi aydınlatmıştır. Verdiğimiz bu nümûneler gibi daha bir çok örnekler de göstermek mümkündür.
ÖzelBir Mevzuu’
Üstteki, mevzuu ilgilendiren hususi bir mes’elenin beyanını, -yanlış bir anlaşılmaya sebep olmaması için- kaydetmek gerekir ki:
Hazret-i Üstâd Bediüzzaman, dâhili cihad ile hârici cihadı birbirinden o kadar kesin ve azim bir şekilde tefrik etmiştir ki; dahilî cihadın yalnız ve yalnız ma’nevî şekilde, yani irşad, ıslâh, ikna ve ispat metoduyla ilmî ve kalemî şekilde olabileceğini.. O ise, irşad işinde menfiliği asla ve kat’a kabul etmeyip reddettiğini.. ve bunu bütün kanaat ve sarih ifadeleriyle beyan ettiği halde.. ve hayatında, bütün davranış ve muamelâtıyla bunu öyle göstermiş olmasıyla birlikte; bu demek değildir ki: Hazret-i Bediüzzaman dinin kudsî cihadında -Bin kere haşa!- tehavün göstermiş, lakaydlık yapmış, korkmuş veya dinin hakikatlarını bir nevi müdaralık içinde rüşvet vermiştir. Hayır, bin kere hâşâ ve kellâ!..
Evet, çünki o, asrın hem müceddidi, hem müçtehidi, hem mürşidi, hem muslihi, hem muhdisi, hem zamanın sahibi olduğundan; asrın insanlarının, hususiyle dahildeki Müslüman milletin irşad, ıslâh metodunu, keskin velâyet ve ferasetiyle, yine dinin ana kaynaklarından ve esas hakikatlarından çıkarmış, almış ve uygulamıştır. İslâm dininin en büyük müçtehidleri olan Dört Hak Mezheb İmamlarının da bu mevzuda Bediüzzaman’ın tatbik ettiği metod üzerinde olduklarını veya başka bir ta’birle Bediüzzaman Hazretleri onların tarz ve usulleri üzerinde bulunduğunu gösteren hayat tarihçeleridir.
Yükleniyor...