meşruaya azm-i kat’î ile cehdedenler, hükûmetin itaâtına iyi bir menba’ ve icraatına güzel bir mecra teşkil ederler. Zira evamir-i şeriyye ile mukayyeddirler. Bazı cem’iyyetlerin efradları gibi feyzavî ve anarşistliğe ve hodserane muamelâta ve tahakkümata temayül edemezler. Hem de bu cem’iyyette hükûmet hariç kalamaz..”(74)
Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’ın bu cevabî fetvasında en mühim nokta budur ki: Bu makalenin neşredildiği tarih, 11/Nisan/1909’dur. O ise, İttihad ve Terakki Cemiyeti iş başına geçtiğinin altıncı ayıdır. Hükûmetin icraatında hükmeden faktör, batıcı ve masonik zihniyettir. Hürriyet ve Meşrutiyet mefhumunun tam zıddına olarak intikam, zulüm ve tedhiş ile işe girişmişlerdir. Dolayısıyla meşrutiyet ve demokrasi icablarına tamamen zıt olan hareketleri hüküm-fermadır. İslâm şeriatı’nın hükümlerine de ters düşen davranış içerisindedirler. Hatta Bediüzzaman’ın hizmetine, mesleğine hatta şahsına da düşmanlık içine girmişlerdir. İşte bütün bunlara rağmen, Üstâd Bediüzzaman’ın o sıra vermiş olduğu şu fetvası; anarşiliği önleyici, hükûmete destek olucu yönde sudur etmiştir. Onun bu fetvası aynı zamanda İttihad-ı Muhammedî Cem’iyyeti’nin ana prensibini ve temel kaidesini de göstermektedir. Az ilerde bu nümûneler gibi, yeni eserlerinden de bazı örnekleri vermekle iddiamızı ispatlamaya çalışacağız.
10- Hz. Üstâd, Meşrutiyet’in manası, şeriat’ın hakikatıyla münasebettar olduğunu, zaman zaman bahsedip ispat edeceğini söylemesi münasebetiy1e; âlemde, hususiyle alem-i İslâm’da bazı uyanma ve kıpırdanışların, hareket metodlarının doğrudan doğruya şeriat’tan ve İslâm dininden alınmadığı için, “mayası küfürdür, Allah’ın hükümlerinin zıddı ve hâricidir” söyliyenlerin yanlış gittiklerini, yanlış gitmekle birlikte müzebzeb olduklarını, yani hakikati bulamadıklarını gösteren fetvası:
“...Herhangi bir nutuk irad ettimse; her bir kelimesini kimsenin bir itirazı varsa, burhan-ı kat’i ile ispata hazırım diye umuma meydan okudum.. ve dedim ki: Asıl şeriatın meslek-i hakikisi hakikat-ı meşrutiyettir. Demek meşrutiyeti delâil-i şer’iye ile kabul ettim. Başka müzebzibler gibi taklidî ve hilâf-ı şeriat kabul etmedim ve şeriat’ı rüşvet vermedim.. Ve ulemâ ve şeriat’ı Avrupa’nın zunûn-u fasidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştığımdan cinayet ettim...”(75)
Üstâd’ın bu enterasan beyanının son iki cümlesinin işaret ettiği husus şudur: İstibdat tabir edilen devirde yapılan her icraat, her hareket -yanlış olsun, doğru olsun- şeriat’ın aslından imiş gibi telâkki edilmekte veya öyle gösterilmekte idi. Dolayısıyla dışarıya, ecnebilere karşı şeriat bir nevi rüşvet
Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’ın bu cevabî fetvasında en mühim nokta budur ki: Bu makalenin neşredildiği tarih, 11/Nisan/1909’dur. O ise, İttihad ve Terakki Cemiyeti iş başına geçtiğinin altıncı ayıdır. Hükûmetin icraatında hükmeden faktör, batıcı ve masonik zihniyettir. Hürriyet ve Meşrutiyet mefhumunun tam zıddına olarak intikam, zulüm ve tedhiş ile işe girişmişlerdir. Dolayısıyla meşrutiyet ve demokrasi icablarına tamamen zıt olan hareketleri hüküm-fermadır. İslâm şeriatı’nın hükümlerine de ters düşen davranış içerisindedirler. Hatta Bediüzzaman’ın hizmetine, mesleğine hatta şahsına da düşmanlık içine girmişlerdir. İşte bütün bunlara rağmen, Üstâd Bediüzzaman’ın o sıra vermiş olduğu şu fetvası; anarşiliği önleyici, hükûmete destek olucu yönde sudur etmiştir. Onun bu fetvası aynı zamanda İttihad-ı Muhammedî Cem’iyyeti’nin ana prensibini ve temel kaidesini de göstermektedir. Az ilerde bu nümûneler gibi, yeni eserlerinden de bazı örnekleri vermekle iddiamızı ispatlamaya çalışacağız.
10- Hz. Üstâd, Meşrutiyet’in manası, şeriat’ın hakikatıyla münasebettar olduğunu, zaman zaman bahsedip ispat edeceğini söylemesi münasebetiy1e; âlemde, hususiyle alem-i İslâm’da bazı uyanma ve kıpırdanışların, hareket metodlarının doğrudan doğruya şeriat’tan ve İslâm dininden alınmadığı için, “mayası küfürdür, Allah’ın hükümlerinin zıddı ve hâricidir” söyliyenlerin yanlış gittiklerini, yanlış gitmekle birlikte müzebzeb olduklarını, yani hakikati bulamadıklarını gösteren fetvası:
“...Herhangi bir nutuk irad ettimse; her bir kelimesini kimsenin bir itirazı varsa, burhan-ı kat’i ile ispata hazırım diye umuma meydan okudum.. ve dedim ki: Asıl şeriatın meslek-i hakikisi hakikat-ı meşrutiyettir. Demek meşrutiyeti delâil-i şer’iye ile kabul ettim. Başka müzebzibler gibi taklidî ve hilâf-ı şeriat kabul etmedim ve şeriat’ı rüşvet vermedim.. Ve ulemâ ve şeriat’ı Avrupa’nın zunûn-u fasidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştığımdan cinayet ettim...”(75)
Üstâd’ın bu enterasan beyanının son iki cümlesinin işaret ettiği husus şudur: İstibdat tabir edilen devirde yapılan her icraat, her hareket -yanlış olsun, doğru olsun- şeriat’ın aslından imiş gibi telâkki edilmekte veya öyle gösterilmekte idi. Dolayısıyla dışarıya, ecnebilere karşı şeriat bir nevi rüşvet
Yükleniyor...