Hazret-i Üstâd eski nutuklarının bazı yerlerinde Kanun-u Esasi için: “şeriat-ı Garra üzerine müesses olan kanun-u esasî...” şeklinde tabir etmektedir.
Fetvadaki ikinci mühim husus: “Farz ediniz, şu siyaset muhalif olsun, yine telâşa mahal yoktur.. Zira şeriat-ı Garra’nın bin kısmından bir kısmıdır ki, siyasete taalluk eder. O kısmın ihmaliyle şeriat ihmal olunmaz.”
Üstâd’ın şu fetvalı hükmü ile, idarecilerin takib ettikleri siyaset, şeriat’a muhalif de olsa, şeriatın tamamen ihmali veya terki demek değildir. şeriat, yani İslâm dininin tüm hakikatleri ve mes’eleleri beraber nazara alınırsa; Hükûmetin idare ve siyasetini ilgilendiren kısım, binde birdir diye kat’î fetvasını vermektedir. Ayrıca da, aynı parağrafta hükûmeti idare eden adamlar olsun, Müslüman milletin ferdleri olsun, şeriat’a tam uymamakla onu inkar etme manasına gelmediği için, küfürlerine fetva verilemiyeceğine, belki olsa olsa fasık ve günahkâr olabileceklerine işaret etmektedir.
Fetvadaki şu gelecek üçüncü hüküm dahi, anlaşılamıyan çok büyük ve muğlak mes’eleleri halletmektedir, şöyle ki diyor:
“...Bir hükûmet ki kendisi İslâm, millet-i hâkimesi İslâm, üss-ül esas siyaseti de şu düsturdur: Bu devletin dini, din-i İslâm’dır. şu esası vikaye etmek vazifemizdir. Çünki milletimizin mâye-i hayatiyesidir”
Bu parağrafın birazcık izahı icab eder zannederim.. “Bir hükûmet ki kendisi İslâm” diyor. Hükümetin siyaseti İslâm’a dayalıdır, İslâm şeriatı’dır demiyor. Belki hükümetteki insanlar şahsen Müslümandır demek istiyor. Ayrıca da milletin ekseriyet-i mutlakası Müslüman olup, çoğunluk itibariyle hâkim durumdadır. Hükûmetin anayasası, milletin Müslüman olduğu, hükmünü muhafaza edecektir. Fakat İslâm şeriatı’na göre idare edecektir, hükmedecektir demiyor. Çünkü İttihad ve Terakki zamanında olsun, biraz önceleri olsun, ta Tanzimat’tan beri Osmanlı hükûmet icraatlarında ve mahkemelerinde sadece İslâm şeriatı’nın miras ve hukuk kısmı tatbik edilmekteydi. Ceza hukuku maalesef kalkmış durumdaydı.
4- Din adına mutaassıbane, güya dine hizmet hesabına şuna buna, hususiyle idare ve hükûmet adamlarına; İslâmiyet’e uymıyan bazı hareketlerinden dolayı “dinsiz” demenin veya “kâfir” addetmenin İslâm dinine bir hizmet olmıyacağı gibi, tam tersine zarar getireceğine dair Bediüzzaman’ın fetvası: (Bazı bölümlerini alıyoruz)
“S: Neden bazılarını dinsiz zannettiğimizden bize zarar gelsin? C: ...Bence bir Müslüman neslinden gelen adam, akıl ve fikri İslâmiyet’ten tecerrüd etse bile, fıtratı ve vicdanı hiç bir vakitte İslâmiyetten vazgeçemez. En ebleh, en sefih bile, sedd-i rasin-i istinadımız olan İslâmiyet’e bütün mevcudiyetiyle taraftardır...
Fetvadaki ikinci mühim husus: “Farz ediniz, şu siyaset muhalif olsun, yine telâşa mahal yoktur.. Zira şeriat-ı Garra’nın bin kısmından bir kısmıdır ki, siyasete taalluk eder. O kısmın ihmaliyle şeriat ihmal olunmaz.”
Üstâd’ın şu fetvalı hükmü ile, idarecilerin takib ettikleri siyaset, şeriat’a muhalif de olsa, şeriatın tamamen ihmali veya terki demek değildir. şeriat, yani İslâm dininin tüm hakikatleri ve mes’eleleri beraber nazara alınırsa; Hükûmetin idare ve siyasetini ilgilendiren kısım, binde birdir diye kat’î fetvasını vermektedir. Ayrıca da, aynı parağrafta hükûmeti idare eden adamlar olsun, Müslüman milletin ferdleri olsun, şeriat’a tam uymamakla onu inkar etme manasına gelmediği için, küfürlerine fetva verilemiyeceğine, belki olsa olsa fasık ve günahkâr olabileceklerine işaret etmektedir.
Fetvadaki şu gelecek üçüncü hüküm dahi, anlaşılamıyan çok büyük ve muğlak mes’eleleri halletmektedir, şöyle ki diyor:
“...Bir hükûmet ki kendisi İslâm, millet-i hâkimesi İslâm, üss-ül esas siyaseti de şu düsturdur: Bu devletin dini, din-i İslâm’dır. şu esası vikaye etmek vazifemizdir. Çünki milletimizin mâye-i hayatiyesidir”
Bu parağrafın birazcık izahı icab eder zannederim.. “Bir hükûmet ki kendisi İslâm” diyor. Hükümetin siyaseti İslâm’a dayalıdır, İslâm şeriatı’dır demiyor. Belki hükümetteki insanlar şahsen Müslümandır demek istiyor. Ayrıca da milletin ekseriyet-i mutlakası Müslüman olup, çoğunluk itibariyle hâkim durumdadır. Hükûmetin anayasası, milletin Müslüman olduğu, hükmünü muhafaza edecektir. Fakat İslâm şeriatı’na göre idare edecektir, hükmedecektir demiyor. Çünkü İttihad ve Terakki zamanında olsun, biraz önceleri olsun, ta Tanzimat’tan beri Osmanlı hükûmet icraatlarında ve mahkemelerinde sadece İslâm şeriatı’nın miras ve hukuk kısmı tatbik edilmekteydi. Ceza hukuku maalesef kalkmış durumdaydı.
4- Din adına mutaassıbane, güya dine hizmet hesabına şuna buna, hususiyle idare ve hükûmet adamlarına; İslâmiyet’e uymıyan bazı hareketlerinden dolayı “dinsiz” demenin veya “kâfir” addetmenin İslâm dinine bir hizmet olmıyacağı gibi, tam tersine zarar getireceğine dair Bediüzzaman’ın fetvası: (Bazı bölümlerini alıyoruz)
“S: Neden bazılarını dinsiz zannettiğimizden bize zarar gelsin? C: ...Bence bir Müslüman neslinden gelen adam, akıl ve fikri İslâmiyet’ten tecerrüd etse bile, fıtratı ve vicdanı hiç bir vakitte İslâmiyetten vazgeçemez. En ebleh, en sefih bile, sedd-i rasin-i istinadımız olan İslâmiyet’e bütün mevcudiyetiyle taraftardır...
Yükleniyor...