Bediüzzaman’ın şeriat Anlayışı

Bu makamda münasebet geldiği için, Üstâd Bediüzzaman Hazretlerinin siyasî mes’elelerle ilgilendiği dönemlerdeki hayatının, fikir yapısının temeli, kaynağı ve merkezi her şeyden önce İslâm dini kanunları olduğundan ve her şeyi, her hareketi, her davranışı onun kaynağından almanın mümkin olduğunu.. Ve dünyada zuhur eden her bir hadisenin, her kıpırdanışın, her akımın değer ölçüsünün İslâm dininde ve şeriatı’nda mevcut olduğunu.. ve beşerin bilhassa Müslümanların, özellikle Osmanlıların kurtuluş ve saadetinin mutlak ona bağlı olduğunu aklen, ilmen ve mantıken iddia ve ispat ederek meydana atıldığı için; elbette onun bu mevzudaki bir görüşü, bir metodu ve bir anlayışı.. Ve beşer dünyasında onun tatbiki hususunda bir modeli ve ölçüsü olacaktır.. Ve elbette zaman zaman yersiz olarak hurûçlar yapan bazı din âlimleri gibi, muktezay-ı hali düşünmeden, ilcaâ-i zarureti nazara almadan müfritâne bir taassub göstermiyecektir.

Bazıları diyebilirler ki: “İslâm şeriatı birdir, onun ahkâmını tatbik hususunda ayrı ayrı anlayış ve metodlar olamaz?”

Cevaben denilir ki: Evet, gerçekten İslâm dini ve şeriatı birdir. Lâkin bir olmakla birlikte, o bir külldür. Kâinatı içine alan ve her asırdaki umum insanların tüm ihtiyaçlarını vermeye kâfil bulunan bir ilahî kanunlar manzumesidir. Elbette bu ilahî ve küllî olan kanunlar manzumesinin insanlığa ve en başta Müslümanlara tatbik usûllerinin hikmetli ve maslahatlı yolları olacaktır. Nasıl ki, Kur’ânın nüzul tarzı da bu hikmet ve maslahata göre olduğu, hatta bazı ayetlerin, diğerlerini hükmen nesh etme keyfiyetinin varlığı bu sırra bakarak tanzim edilmiştir. Hadis-i şerifler de Kur’ân’ın nüzul tarzı hikmetine uygun bir şekilde vürud ettiğini, hatta onda da nasih-mensuh kaziyesinin mevcut olduğunu, hadis usûlü ilmini bilenler bilirler.

Bu i’tibarla, Allah’ın fermanı ve kanunu olan Kur’ân, Müslümanların ferden ve cemaaten tekâmül derecelerine göre ve kabiliyet ve tahammüllerinin inkişafı nisbetinde.. Ve alıştıra alıştıra nüzulü gerçekleştiği gibi, dinin ikinci ana kaynağı olan hadis-i şerifler de Kur’ân’ın bu hikmetli, fıtrî ve beşerin kabiliyet ve isti’dat ve takammül derecelerine uygun olan nüzulüne uymak sûretiyle vürud etmiş olması zarurîdir ve öyle de olmuştur.

Bu kaziye böyle olduğu gibi, başta sahabeler olmak üzere, müctehidlerin nass olmıyan ayet ve hadislerden anladıkları ihtilaflı görüşleri de bu hakikatin başka yönünü göstermektedir. Hatta sahabeler, özellikle dört halifenin, şeriatın teferruatının bazı ahkâmının tatbikatında gösterdikleri çeşitli uygulama şekli ve görüşleri de bu mes’elenin ayrı bir delilini teşkil eder.

Yükleniyor...