İşte, Üstâd Bediüzzaman’ın hayatındaki bu gerçek ve hiç gizli-kapaklı tarafı olmıyan tutumunun, yani o sıralar Osmanlı Devleti’nin ıslâh ve bekasının, bazı siyasî ve idarî tedbirlerin alınmasına bağlı olduğu dönemlerde, bir mürşid-i ümmet olarak; kelâmda, tasavvufta ve daha İslâm’ın bir çok mes’elelerinde olduğu gibi, siyaset ve içtimaiyyat sahasında da gösterdiği tecdid fikrini, ilgili siyaset ve idare adamlarına göstermekten ibaret olup, tedbir ve çareleri bilfiil şahsiyle ve kalemiyle, hür fikir içinde ve hiç bir engel tanımadan ifade ve beyan edegelmekte iken, hatta esaretten döndükten sonra dahi, ta 1921 yılı ortalarına kadar, eskisi gibi olmasa da, fakat yine bazı içtimaî tedbirleri siyaset adamlarına telkin etmekte iken; 1921 yılı içerisinde birden bire o gibi faaliyetlerden vazgeçip dönmesi.. az üstte arz olunduğu gibi; manevî, ruhî ve ahlâkî sahalardaki esas temel hizmetlere el atması; elbette ve herhalde ba’zı çevrelerin yorumladıkları gibi, fırsat bekleyen siyaset düşkünü bir politikacı tipinde gösterilmesi ve onun durumunu sadece mücerred bir particilik mefhumuna bağlamaları, hatta çok partili, tek partili sisteme uygulamaları, kanaatımızca pek büyük bir yanılgının ve hakikate nüfûz edememenin ifadesinden başka bir şey değildir.
Evet, Hazret-i Üstâd için, bilhassa siyaseti terk ettiği günlerde -Eğer haşa bir siyasî politikacı gibi bir insan olmuş olsaydı- ona bir çok sahalar açıktı. Bir çok işler de başarabilirdi.
Amma 1950’den sonraki hayatında, Demokratlara karşı gösterdiği yaklaşım ve dostluğun hikmetlerine ve onlara acıyarak yaptığı ikazkâr nasihatlerinin ma’na ve maksadlarına inşaallah bu kitabın ilgili yerinde ayrıca bakılacağından buraya derc edilmedi.
Yükleniyor...