Cemiyeti tarafından da reislik teklifleri varid olduğu söylenir. Keza İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti de yine kendisine reislik teklif ettiği, daha sonraları Darül Hikmet-il İslâmiye a’zaları tarafından yine reislik teklif edildiği.. ve sonra Ankara’ya geldiği zaman, en cazip tekliflerle meb’usluk v.s. ayağı önüne serildiği halde, Üstâd’ın bunların hiç birisini kabul etmemiş olması, gösterir ki; o, hayatının bu en heyecanlı dönemlerinde dahi bir reislik, bir başa geçme veya idareyi ele geçirme düşüncesiyle hareket eden bir siyaset tarzının fersah fersah dışındadır. Amma gâyet hür ve son derece hürriyet içinde maddî-manevî hiç bir te’sir altında kalmadan bir mürşid-i ümmet olarak bildiği en doğru yolu, en istikametli hareketi idarecilere, siyaset erbabına gösterme tarzında fikirlerini çekinmeden beyan etme şeklinde olmuştur. Aynı zamanda siyasî kulüpleri, cemiyet ve partileri, basını ve saireyi i’tidale, ittihada getirmek, yani hiç olmazsa vatan ve memleketin müşterek menfaati etrafında toplatmak için; şahsen, kelamen çalışmış ve çabalamıştır. İşte Bediüzzaman’ın o dönemlerdeki siyaseti de yalnız budur. O ise bir mürşid, bir muslih sıfatıyla irşad ve ıslâh yollarını göstermekten ibarettir, başka bir şey değildir. Bu kitabın ilgili yerlerinde bu davamız delilleriyle ispat olunmuş, tekrara hacet yoktur...

Ve netice olarak; Bediüzzaman Hazretleri hayatının, Eski Said devresindeki siyasî ve içtimaî tavırlarının cinsi ve nev’i de, sadece ve sadece millet ve memleket için, fakat bin seneden beri İslâm an’anesiyle, İslâm ahlâkıyla yoğrulmuş, seciyelenmiş bir toplumun bünyesine en uygun, en hayırlı hizmetleri ve o milletin izzet ve şehametine en muvafık hareketleri telkin etmek üzere, bildiği hizmetlerin yollarını, metodlarını göstermekten ibaret olmuştur. Zaman ve zeminin çok müsait olduğu bir ortamda, ki o sıra idarecilerle diyalog ve fikir teatisi ve onların söz dinlemeleri mümkin hatta her zaman vaki’ olduğu bir zamanda, hem konuştuğu ve ihtilât ettiği kimseler idare adamları olduğu için; dolayısıyla kendisini doğrudan doğruya içtimaî ve idarî mes’eleler ilgilendirmekteydi. Öyle de olduğu için, ilgili siyaset adamlarıyla icab ederse bizzat görüşmüş, fikirlerini telkin etmiştir. Görüşme mümkin olmadığı zaman da, nutuklarıyla, makaleleriyle, kitaplarıyla siyasî tabiblere teşhis-i illet için yol gösteriyordu.

Fakat vakta ki, esaretten döndü, tüm siyasî hareketlerin uçları ecnebî elinde olduğunu sezdi. Artık Osmanlı Devleti olarak ve hür bir millet olarak, müstakil ve kendinden çıkan bir siyasetin mümkin olamıyacağını anladı... Ve artık dahilî parti ve cemiyetlerin hareket ve davranışları yalnız ecnebî menfaatine yaradığını.. Ve tam o sıralarda da umum milletçe farz-ı ayn olan ittihad ve ittifaka o gibi siyasetlerin en muzır bir zehir gibi zararlı olduğunu anladı.. Hatta bu gerçeğin tipik bir misali olarak mütedeyyin bir

Yükleniyor...