elime batıyor, kanatıyor, şimendiferin gitmesiyle müfarakatından elimi parçalıyorlar, bana pek pahalı düşüyorlardı. Birden şimendiferdeki bir hademe dedi: “Beş kuruş ver, sana o çiçek ve meyvelerden istediğin kadar vereceğim. Beş kuruş yerine elin parçalanmasıyla, yüz kuruş zarar ediyorsun. Hem de ceza var, izinsiz koparamazsın”
Birden sıkıntıdan ne vakit tünel bitecek diye başımı çıkarıp ileriye baktım, gördüm ki, tünel kapısı yerine çok delikler görünüyor. O uzun şimendiferden o deliklere adamlar atılıyorlar. Bana mukabil bir delik gördüm, iki tarafında iki mezar taşı dikilmiş.. Merak ile dikkat ettim, o mezar taşında büyük harflerle Said ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden eyvah! dedim. Birden o han kapısında bana nasihat eden zatın sesini işittim, dedi:
- “Aklın başına geldi mi?” dedim:
- “Evet geldi, fakat kuvvet kalmadı.. çâre yok!” dedi:
- “Tövbe et, tevekkül et!” dedim:
- “Ettim!..”
Ayıldım, Eski Said kaybolmuş.. Yeni Said olarak kendimi gördüm...”(48)
Hazret-i Üstâd, bu ruhanî vak’ıayı hakikat âlemine tatbik ederken yaptığı izahda, ömrünün kırkbeşinci yılında gördüğünü yazıyor ki, 1922 senesidir. Belki de Yuşa’ tepesinde inzivada iken görmüş olabilir.
Yine aynı sıralarda, daha böyle ruhanî, mânevi ve misalî bir çok vak’alarla karşılaşmış.. Kimisi yine Eski Said- Yeni Said hakikatlarıyla alâkadar, kimisi de meslek-i Kur’ân ile, felsefe mesleğinin mahiyetini ve hakikatını aydınlatan mes’elelerle ilgilidirler. Mesela Yirmi Üçüncü Söz’ün Birinci Makamı’nda, Otuzuncu Söz’ün İkinci Mebhası’nda ve Yirmi Altıncı Lem’a’daki hatıralarında ve hakeza, bazı risalelerde yer almışlardır.
Bu mes’eleyi yani, Eski Said, Yeni Said mevzuunu daha iyi ve daha geniş anlamak isteyenler, Hazret-i Üstâd’ın 1918-1923 arasında mazhar olduğu inkılab merhalelerini dile getiren Mesnevi-i Arabî’yi dikkatlice okumalarına havale ederek, burada bu kadarıyla iktifa ediyoruz.
Birden sıkıntıdan ne vakit tünel bitecek diye başımı çıkarıp ileriye baktım, gördüm ki, tünel kapısı yerine çok delikler görünüyor. O uzun şimendiferden o deliklere adamlar atılıyorlar. Bana mukabil bir delik gördüm, iki tarafında iki mezar taşı dikilmiş.. Merak ile dikkat ettim, o mezar taşında büyük harflerle Said ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden eyvah! dedim. Birden o han kapısında bana nasihat eden zatın sesini işittim, dedi:
- “Aklın başına geldi mi?” dedim:
- “Evet geldi, fakat kuvvet kalmadı.. çâre yok!” dedi:
- “Tövbe et, tevekkül et!” dedim:
- “Ettim!..”
Ayıldım, Eski Said kaybolmuş.. Yeni Said olarak kendimi gördüm...”(48)
Hazret-i Üstâd, bu ruhanî vak’ıayı hakikat âlemine tatbik ederken yaptığı izahda, ömrünün kırkbeşinci yılında gördüğünü yazıyor ki, 1922 senesidir. Belki de Yuşa’ tepesinde inzivada iken görmüş olabilir.
Yine aynı sıralarda, daha böyle ruhanî, mânevi ve misalî bir çok vak’alarla karşılaşmış.. Kimisi yine Eski Said- Yeni Said hakikatlarıyla alâkadar, kimisi de meslek-i Kur’ân ile, felsefe mesleğinin mahiyetini ve hakikatını aydınlatan mes’elelerle ilgilidirler. Mesela Yirmi Üçüncü Söz’ün Birinci Makamı’nda, Otuzuncu Söz’ün İkinci Mebhası’nda ve Yirmi Altıncı Lem’a’daki hatıralarında ve hakeza, bazı risalelerde yer almışlardır.
Bu mes’eleyi yani, Eski Said, Yeni Said mevzuunu daha iyi ve daha geniş anlamak isteyenler, Hazret-i Üstâd’ın 1918-1923 arasında mazhar olduğu inkılab merhalelerini dile getiren Mesnevi-i Arabî’yi dikkatlice okumalarına havale ederek, burada bu kadarıyla iktifa ediyoruz.
Yükleniyor...