hayatında gerçi bazı değişiklikler göstermiştir. Ancak bu noktadan diyebiliriz ki; onun içtimaiyyat mes’eleleriyle alâkasının kesilmesi bu ma’nevî inkılâb ve merhalelerin cüz’lerinden ve onun tamamlayıcı işaretlerinden değil, belki olsa olsa zahirî ve dış keyfiyetinin bazı işarat ve alâmetleri olabilir.
Evet, Bediüzzaman Hazretleri esaretten döndükten sonra, ta Van’a, belki Burdur’a gidinceye kadar olan (1918-1926) yedi-sekiz senelik hayat faslı, öyle muazzam terakkiyat, öyle küllî feyz ve nurlara ve son derece yüksek ma’nevî mukaddemata mebde’ ve mazhar olmuş.. Ve onun ruh-u münevverlerinin merkezinde çeşitli ma’nevî inkılâb ve hâlât tezahüre başlamıştır ki; ilerde çok ağır ve pek büyük hizmetlere kabiliyet ve tahammül için.. Ve o Kur’ân ve iman hizmeti yolunda başına gelecek pek azim belâ ve imtihanlara sabır için lâzım ve zarurîdir. Hatta kendisinin de ifade buyurdukları gibi; Eski Said’den Yeni Said’e geçiş belirtileri olarak tezahür dalgaları 1918’in başlarında, ta Rusya’daki esaretinin, Kosturma vilâyetinin, Volga nehri kenarındaki Müslüman Tatar mahallesinin mescidinde başlamıştır.
Evet, Hazret-i Bediüzzaman’ın hayatının bu safhasında, ruhunda mevcelenen çok garib hâlâtın tezahür ve inkişaflarının dışa vuran dalgalarının en garibi budur ki: Esaretten firar edip İstanbul’a geldiğinde, artık şanlı Osmanlı Hilâfet Saltanatı vefat sekeratını geçirmekte ve pek çok dağdağalı siyasî ahval ve keşmekeşlikler birbirini takib etmektedir. Bu keşmekeşlikler, bu siyasî buhran ve dağdağaların -hususiyle onu belki herkesten daha çok ilgilendirdiği halde- ortasında, bakıyoruz ki; Bediüzzaman Hazretleri nefsiyle olan cihad-ı ekberinden bir an dahi fâriğ kalmamıştır. O acib siyasî dağdağalar, buhranlı fırtınalar onu şaşırtmamış, ruhî ve kalbî iç âlemiyle olan muamelelerinden asla geri bırakmamıştır. Herkesi ve bütün dünyayı kendiyle meşgul eden o siyasî buhran ve çalkantılar içerisinde, bir taraftan dinin cihadı adına, İngilizlerin tüm şeytanetlerini çürüten makaleler neşrederken; öbür tarafta Sarıyer’de ve sonra Yuşa’ tepesinde ma’nevî ve ruhî âlemiyle başbaşa kalmak için inzivalara çekilmektedir. Üstâd’ın, bu acib keşmekeşli hâlât içinde, manevî ve ruhanî tefekkürler için inzivaları, Ankara kal’asında da.. Ve sonra Van’a gittiği zaman onun kal’ası başında ve Erek dağındaki inzivagâhı olan mağarasında da devam etmiştir.
Malûmdur ki; siyasî çalkantılar, -Harbler gibi büyük ve câzib hadiseler şöyle dursun- çok basit bir particilik tarafgirliği dahi bizim gibi insanların nazarını kendine tamamen çeker, mest eder, boğar. Halbuki Bediüzzaman ise; en müthiş hadiseler, hayat-memat mes’eleleri, en kızgın harb meydanları dahi onu hiç bir zaman şaşırtmamış, gaflete atmamış, ubudiyet vazifesinin, hatta te’lifat tefekkürlerinin en ince esrarından alıkoyamamış, hatta Kur’ân’ın en ince nükte ve ma’nalarını düşünüp kaydetmekten geri çevirememiştir.
Evet, Bediüzzaman Hazretleri esaretten döndükten sonra, ta Van’a, belki Burdur’a gidinceye kadar olan (1918-1926) yedi-sekiz senelik hayat faslı, öyle muazzam terakkiyat, öyle küllî feyz ve nurlara ve son derece yüksek ma’nevî mukaddemata mebde’ ve mazhar olmuş.. Ve onun ruh-u münevverlerinin merkezinde çeşitli ma’nevî inkılâb ve hâlât tezahüre başlamıştır ki; ilerde çok ağır ve pek büyük hizmetlere kabiliyet ve tahammül için.. Ve o Kur’ân ve iman hizmeti yolunda başına gelecek pek azim belâ ve imtihanlara sabır için lâzım ve zarurîdir. Hatta kendisinin de ifade buyurdukları gibi; Eski Said’den Yeni Said’e geçiş belirtileri olarak tezahür dalgaları 1918’in başlarında, ta Rusya’daki esaretinin, Kosturma vilâyetinin, Volga nehri kenarındaki Müslüman Tatar mahallesinin mescidinde başlamıştır.
Evet, Hazret-i Bediüzzaman’ın hayatının bu safhasında, ruhunda mevcelenen çok garib hâlâtın tezahür ve inkişaflarının dışa vuran dalgalarının en garibi budur ki: Esaretten firar edip İstanbul’a geldiğinde, artık şanlı Osmanlı Hilâfet Saltanatı vefat sekeratını geçirmekte ve pek çok dağdağalı siyasî ahval ve keşmekeşlikler birbirini takib etmektedir. Bu keşmekeşlikler, bu siyasî buhran ve dağdağaların -hususiyle onu belki herkesten daha çok ilgilendirdiği halde- ortasında, bakıyoruz ki; Bediüzzaman Hazretleri nefsiyle olan cihad-ı ekberinden bir an dahi fâriğ kalmamıştır. O acib siyasî dağdağalar, buhranlı fırtınalar onu şaşırtmamış, ruhî ve kalbî iç âlemiyle olan muamelelerinden asla geri bırakmamıştır. Herkesi ve bütün dünyayı kendiyle meşgul eden o siyasî buhran ve çalkantılar içerisinde, bir taraftan dinin cihadı adına, İngilizlerin tüm şeytanetlerini çürüten makaleler neşrederken; öbür tarafta Sarıyer’de ve sonra Yuşa’ tepesinde ma’nevî ve ruhî âlemiyle başbaşa kalmak için inzivalara çekilmektedir. Üstâd’ın, bu acib keşmekeşli hâlât içinde, manevî ve ruhanî tefekkürler için inzivaları, Ankara kal’asında da.. Ve sonra Van’a gittiği zaman onun kal’ası başında ve Erek dağındaki inzivagâhı olan mağarasında da devam etmiştir.
Malûmdur ki; siyasî çalkantılar, -Harbler gibi büyük ve câzib hadiseler şöyle dursun- çok basit bir particilik tarafgirliği dahi bizim gibi insanların nazarını kendine tamamen çeker, mest eder, boğar. Halbuki Bediüzzaman ise; en müthiş hadiseler, hayat-memat mes’eleleri, en kızgın harb meydanları dahi onu hiç bir zaman şaşırtmamış, gaflete atmamış, ubudiyet vazifesinin, hatta te’lifat tefekkürlerinin en ince esrarından alıkoyamamış, hatta Kur’ân’ın en ince nükte ve ma’nalarını düşünüp kaydetmekten geri çevirememiştir.
Yükleniyor...