Muhterem Muzaffer Arslan Hoca’nın ifadesindeki maksadı şu olsa gerek:

“Yani müfterilere göre Üstâd’ın Kürtlüğü bir bahanedir. Ne olursan ol, gâvur ol, dönme ol, Yahudî ol, fakat sadece dindar olma, Müslümanlık yapma yeter” demek istemektedir.”(8)



3- Bediüzzaman’ın kırk senelik cihad arkadaşı ve onu çok yakından tanıyan ve bilen ve 40-50 sene neşriyatını ve müdafaasını “Sırat-ı Müstakim ve Sebil’ür-Reşad” Mecmûalarıyla kahramanca sürdüren merhûm Eşref Edip, 1920 ve 1922’ de Üstâd’ın bazı makalelerini ve 1952’de Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatını, 1965’de de “Risale-i Nûr muarızı yazarların isnadları hakkında ilmî bir tahlil” isimli kitapları yazdı. Bu ikinci kitabının 65. sâhifesinde müfteri yobaz bezirgânlarına karşı yaptığı tahlilin bir bölümünde:

“... Maksad ma’lum!... Ona siyasî bir isnadda bulunarak efkâr-ı umumiye nazarında onu lekelemek... Evet Merhûm, Türkün can, vatan ve din kardeşi olan Kürd soyundandır. Büyük mücahid Salahaddin-i Eyyübî’nin soyuna mensubdur..” diye iftiracıların ağzına taş vurmuştur.



4- Hal ve durumu itibariyle bir Nûr talebesi olmayıp, fakat gerçek mânâda bir müslüman Türk olan merhûm tarihçi yazar İbrahim Hakkı Konyalı “Aydınlar konuşuyor” kitabında Bediüzzaman hakkında görüşlerini açıklarken şöyle diyor:

“Bu zât müslüman bir insandır. Onda Kürdlük endişesi yoktu. Çünki İslâm dini iyi adam arar. Allah indinde en makbul insan, en çok takva sahibi olandır. Eğer bir Salahaddin-i Eyyübî olmasaydı, bugün İslâm medeniyeti olmazdı. Ben olsam “Said-i Kürdî” derim. Ne olacak sanki?.. Onun fikirleri İslâmî fikirlerdir.”(9)



5- Bediüzzaman’ın küçük kardeşi merhûm Molla Abdülmecid Efendi, bazı münafık ve dönme gazetelerin “Kürdlük” meselesini bir silah olarak kullanıp iftira ve yalanlar yaygarasını kopardıkları 1960-1964 tarihlerinde kendi hâtıra defterine bazı hâtıralarını kaydettikten sonra, şunları yazmıştır:

Yükleniyor...