Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem; ben esarette iken, İstanbul’da mektebe gitmiş... Esaretten geldikten sonra gördüm, bazı ırkçı muallimlerden aldığı aks-ül amel ile, o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş... Bana dedi: “Ben şimdi fasık, hatta dinsiz de olsa, bir Kürdü, salih bir Türk’e tercih ediyorum”

Sonra onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki; Türkler, bu millet-i İslâmiye’nin kahraman bir ordusudur.

Ey sual soran meb’uslar! şark’ta beş milyon’a yakın Kürt var.. Yüz milyona yakın İran’lı ve Hint’liler var.. Yetmiş milyon Arap var.. Kırk milyon Kafkas var. Acaba birbirine komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu kardeşlere, bu talebenin Van’daki medreseden aldığı ders-i dinî mi daha lâzım? Veyahut o milletleri karıştıracak ve ırkdaşlarından başka düşünmiyen ve uhuvvet-i İslâmiye’yi tanımıyan, sırf ulûm-ı felsefeyi okumak ve İslâmî ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir? Sizden soruyorum!...

İşte bu cevabtan sonra, an’ane aleyhinde ve her cihetle Garblılaşmak fikrini taşıyanlar kalktılar imza ettiler. İsimlerini söylemiyeceğim, Allah kusurlarını affetsin. şimdi vefat etmişler...”(18)

Bediüzzaman’ın bu çok önemli ders ve tarihî hatırasıyla da görüldüğü gibi; Ankara’da ilk teşekkül eden yeni Millî Hükûmet’in onunla çok yakından ilgilendiğini, ve o âna kadar ifa etmiş olduğu dinî ve millî pek büyük hizmetlerini layıkı olduğu şekliyle takdir ettiklerini görmekteyiz. Fakat bu yakın, samimî alâka ve karşılıklı müşavere uzun sürmedi. Nasıl ki, 1908’lerde İttihad ve Terakki Cemiyeti erkâniyle ilk tanıştığı zamanlar da; Bediüzzaman Said-i Kürdî’nin hürriyetperverliğini, meşrutiyetperverliğini, aynı zamanda milliyet-perverlik ve vatan-severliğini son derece takdir ve istihsan ile karşıladıkları halde.. Ve her dediğini yerine getireceklerine söz vermişlerken, fakat az zaman sonra Bediüzzaman, Meşrutiyet’in de, hürriyetin de, milliyetçiliğin de İslâmî an’ane ve millî âdet ve temelleri üzerinde oturtulmadığı müddetçe, hakiki bir meşrutiyyet ve milliyet ve hürriyetin teessüsü mümkin olamıyacağını ilmen, mantıken ispat ederek ısrarlı ve kesin şekilde ileri sürmesi üzerine; İttihad ve Terakkicilerin, mason kesimi ondan ayrıldıkları ve hatta düşman kesildikleri vesaireyi yerinde ispatlı bir şekilde kaydettiğimiz tarz gibi...

Aynen öyle de: Bediüzzaman’ın 19 Kânun-i Sani 1338 (1 şubat 1923)’de Milli Hükûmet erkânını ve meb’usları namaz kılmaya ve İslâmî şeair ve an’aneleri yerine getirmeye dair irşadkâr beyannamesinin dağıtılmasından sonra, M. Kemal Paşa ile arasında şiddetli bir münakaşa hadisesi vaki’ oldu.

Yükleniyor...