7- 1922’de Bediüzzaman’ı İstanbul’da gören merhum Doktor Tahir Barçın’ın hatırası ise şöyledir:
“Sene 1922 idi. Bir gün ağabeyim Mustafa Barçın’la bir ikindi vaktinde Fatih Camii’nde namaza gitmiştik. Cami’den çıkarken, büyük bir kalabalık vardı. Önde heybetli bir zat vardı. Benim dikkatimi çekti. Yanındaki ve arkasındaki kalabalık hep elpençe divan vaziyetindeydi. Mahallî kıyafetli, belinde kama vardı. Cami’den çıkarak, merdivenle çıkılan Fâtih’in odası olduğu söylenen kısma çıktılar. Ben on altı yaşlarında idim. O zaman hatırımda kaldığına göre; “Bediüzzaman denilen bir âlimmiş” diyorlardı. O tarihlerde Eşref Edip Bey de oraya gelip gidiyordu. Sonra ağabeyimden öğrendiğime göre, Üstâd Bediüzzaman orada kalıyormuş. Ağabeyim ziyaretine gitmiş. Ağabeyim’de İki Mekteb-i Musibetin şehâdetnâmesi isimli eseri vardı, onu okuyorlardı. Sonra İstanbul’dan ayrıldı, Ankara’ya gitti.”(88)
8- Emekli Yüzbaşı Merhum Re’fet Barutçu’nun aynı döneme ait Bediüzzaman’la ilgili bir hatırası da şöyledir:
“1920’lerde idi sanıyorum.. Bâyezid’da Yüzbaşı Ziya Bey’le beraber sahafları gezerken, Abdurrahman-ı Nursî tarafından kaleme alınan, pempe kaplı küçük bir kitap gördük. Bu kitabı merakla karıştırdık. Kitap, Bediüzzaman Said-i Nursî’nin hayatını anlatıyordu. İyice hatırlıyamıyorum, beş kuruş mu ne, verdim ve kitabı satın aldım. O akşam ilk işim, bu kitabı okumak oldu. Kitabı okuyup bitirince, büyük bir şahsiyetle, kurtarıcı bir ruhla karşı karşıya olduğumu hissettim. Bu hadiseden ne kadar sonra idi bilemiyorum. Yine Ziya Bey’le Bâyezid civarına gitmiştik. Namaz vakti gelmişti. Biz de namaz için camiye girdik. Namazdan sonra, Cami’de Kur’ân dinliyorduk. Bu sırada kulağıma doğru eğilen Ziya Bey: “İşte!” diye birisini gösteriyordu. “Kim?..” deyince: “İşte Bediüzzaman!..” dedi. Gösterdiği tarafa baktım, heybetli bir zat, dizüstü oturmuş, ellerini birbirine kavuşturmuş, huşu’ içinde okunan Kur’ân’ı dinliyordu. O oturuş, o dinleyiş ne hal idi anlıyamadım. Halen o te’sir altındayım. O an, hayatımın en unutulmaz tatlı bir levhasıdır. Öyle bir dinleyişi vardı ki; Saadet asrından gelen Kur’ân sadasını dinliyordu sanki...
Kur’ân bitti. Ben pür-dikkat ta’kib ediyordum onu. Cami’den çıktı, çizmelerini giydi, kapının perdesinin kapanmasıyla gözden kayboldu. Arkasından baka kaldım...”(89)
9- Hem o sıra, hem sonraları İstanbul’un meşhur mevlidhanlarından merhum Ali Rıza Sağman Efendi, Bediüzzaman’la ilgili bir hatırasını, bilâhâre Mevlid Nasıl Okunur ve Mevlidhanlar isimli eserinin dibacesinde yazdığı şekliyle kaydediyorum: (Bu zat,(90) bilâhâre Yavuz Sultan Selim Camii’nde
“Sene 1922 idi. Bir gün ağabeyim Mustafa Barçın’la bir ikindi vaktinde Fatih Camii’nde namaza gitmiştik. Cami’den çıkarken, büyük bir kalabalık vardı. Önde heybetli bir zat vardı. Benim dikkatimi çekti. Yanındaki ve arkasındaki kalabalık hep elpençe divan vaziyetindeydi. Mahallî kıyafetli, belinde kama vardı. Cami’den çıkarak, merdivenle çıkılan Fâtih’in odası olduğu söylenen kısma çıktılar. Ben on altı yaşlarında idim. O zaman hatırımda kaldığına göre; “Bediüzzaman denilen bir âlimmiş” diyorlardı. O tarihlerde Eşref Edip Bey de oraya gelip gidiyordu. Sonra ağabeyimden öğrendiğime göre, Üstâd Bediüzzaman orada kalıyormuş. Ağabeyim ziyaretine gitmiş. Ağabeyim’de İki Mekteb-i Musibetin şehâdetnâmesi isimli eseri vardı, onu okuyorlardı. Sonra İstanbul’dan ayrıldı, Ankara’ya gitti.”(88)
8- Emekli Yüzbaşı Merhum Re’fet Barutçu’nun aynı döneme ait Bediüzzaman’la ilgili bir hatırası da şöyledir:
“1920’lerde idi sanıyorum.. Bâyezid’da Yüzbaşı Ziya Bey’le beraber sahafları gezerken, Abdurrahman-ı Nursî tarafından kaleme alınan, pempe kaplı küçük bir kitap gördük. Bu kitabı merakla karıştırdık. Kitap, Bediüzzaman Said-i Nursî’nin hayatını anlatıyordu. İyice hatırlıyamıyorum, beş kuruş mu ne, verdim ve kitabı satın aldım. O akşam ilk işim, bu kitabı okumak oldu. Kitabı okuyup bitirince, büyük bir şahsiyetle, kurtarıcı bir ruhla karşı karşıya olduğumu hissettim. Bu hadiseden ne kadar sonra idi bilemiyorum. Yine Ziya Bey’le Bâyezid civarına gitmiştik. Namaz vakti gelmişti. Biz de namaz için camiye girdik. Namazdan sonra, Cami’de Kur’ân dinliyorduk. Bu sırada kulağıma doğru eğilen Ziya Bey: “İşte!” diye birisini gösteriyordu. “Kim?..” deyince: “İşte Bediüzzaman!..” dedi. Gösterdiği tarafa baktım, heybetli bir zat, dizüstü oturmuş, ellerini birbirine kavuşturmuş, huşu’ içinde okunan Kur’ân’ı dinliyordu. O oturuş, o dinleyiş ne hal idi anlıyamadım. Halen o te’sir altındayım. O an, hayatımın en unutulmaz tatlı bir levhasıdır. Öyle bir dinleyişi vardı ki; Saadet asrından gelen Kur’ân sadasını dinliyordu sanki...
Kur’ân bitti. Ben pür-dikkat ta’kib ediyordum onu. Cami’den çıktı, çizmelerini giydi, kapının perdesinin kapanmasıyla gözden kayboldu. Arkasından baka kaldım...”(89)
9- Hem o sıra, hem sonraları İstanbul’un meşhur mevlidhanlarından merhum Ali Rıza Sağman Efendi, Bediüzzaman’la ilgili bir hatırasını, bilâhâre Mevlid Nasıl Okunur ve Mevlidhanlar isimli eserinin dibacesinde yazdığı şekliyle kaydediyorum: (Bu zat,(90) bilâhâre Yavuz Sultan Selim Camii’nde
Yükleniyor...