RİVAYETLER
1- 14 Nisan 1929 tarihinden vefatına kadar istikamet, ihlâs, iffet ve sadakatın en bâlâ vasıflarıyla Risale-i Nûr’a hizmet eden, o nisbette de Üstâd’ına karşı muhabbet ve bağlılığı olan merhûm ve mağfur Albay Hacı Hulusi Yahyagil ağabey anlatmıştı: “Bir defa Üstâdı ziyaretimde, bir münasebetle Üstâd:
“Kardeşim sen de, ben de sâdâttanız” demişlerdi. Ancak sair zamanlardaki ziyaretlerimde defalarca Üstâd’dan duyardım ki: “Kardeşim! Hakaik, lisan-ı maderzâdım olan Kürtçe olarak kalbime gelir. Sonra ben Arapça veya Türkçeye çevirerek yazarım” diye buyururlardı.
2- Bediüzzaman’a hanedanıyla, efrad-ı ailesiyle her türlü tehlikeleri göze alarak hizmet eden, bağlılık gösteren, en yakın akrabadan çok daha yakın bir akrabalık hissi içerisinde sadakatla fedakârane talebelik eden Emirdağ’ın Çalışkanlar ailesinden merhûm Mehmet Çalışkan ağabey anlatıyordu:
“Bir defa (yüksek bir âlim, beliğ bir edib olan) merhûm Ahmed Feyzi Kul Efendi Emirdağına gelmişti. Sohbet etti. Üstâdımızın büyük evsâfını, yüce makâmlarını, riyazî ve cifrî tevafuklarla açıklıyordu, biraderim Osman Çalışkan’ın kalbine gelir ki: “Biz Üstâdımızı “Kürd” olarak biliyoruz. Ahmed Feyzi Efendi’nin anlattığı büyük müceddid ise, Âl-i Beyt-i Nebevî’den olacaktır:”
Bu kalbî muhasebemden az sonra, Üstâd Hazretlerinin beni çağırdığını söylediler. Gittim. Üstâd bana: “Kardeşim, ben hem Hasanîyim, hem de Hüsenîyim.. ve Ahmet Feyzi’nin bütün söylediğini kabul ediyorum, haydi git!” dediler.
3- Urfalı Seyyid Salih (Salih Özcan)(1) Bey anlattı: “Bir defa Üstâd Hazretleri’nin ziyaretine gitmiştim. Nesebimi sordu. Ben de “Seyyidim” demiştim. Üstâd: “Hasanî misin, Hüseynî misin?” diye sordu. Ben: “Hüseynîyim” dedim. Bunun üzerine Üstâd: “Kardeşim ben hem Hasanîyim, hem de Hüseynîyim” buyurmuşlardı.(2)
1- 14 Nisan 1929 tarihinden vefatına kadar istikamet, ihlâs, iffet ve sadakatın en bâlâ vasıflarıyla Risale-i Nûr’a hizmet eden, o nisbette de Üstâd’ına karşı muhabbet ve bağlılığı olan merhûm ve mağfur Albay Hacı Hulusi Yahyagil ağabey anlatmıştı: “Bir defa Üstâdı ziyaretimde, bir münasebetle Üstâd:
“Kardeşim sen de, ben de sâdâttanız” demişlerdi. Ancak sair zamanlardaki ziyaretlerimde defalarca Üstâd’dan duyardım ki: “Kardeşim! Hakaik, lisan-ı maderzâdım olan Kürtçe olarak kalbime gelir. Sonra ben Arapça veya Türkçeye çevirerek yazarım” diye buyururlardı.
2- Bediüzzaman’a hanedanıyla, efrad-ı ailesiyle her türlü tehlikeleri göze alarak hizmet eden, bağlılık gösteren, en yakın akrabadan çok daha yakın bir akrabalık hissi içerisinde sadakatla fedakârane talebelik eden Emirdağ’ın Çalışkanlar ailesinden merhûm Mehmet Çalışkan ağabey anlatıyordu:
“Bir defa (yüksek bir âlim, beliğ bir edib olan) merhûm Ahmed Feyzi Kul Efendi Emirdağına gelmişti. Sohbet etti. Üstâdımızın büyük evsâfını, yüce makâmlarını, riyazî ve cifrî tevafuklarla açıklıyordu, biraderim Osman Çalışkan’ın kalbine gelir ki: “Biz Üstâdımızı “Kürd” olarak biliyoruz. Ahmed Feyzi Efendi’nin anlattığı büyük müceddid ise, Âl-i Beyt-i Nebevî’den olacaktır:”
Bu kalbî muhasebemden az sonra, Üstâd Hazretlerinin beni çağırdığını söylediler. Gittim. Üstâd bana: “Kardeşim, ben hem Hasanîyim, hem de Hüsenîyim.. ve Ahmet Feyzi’nin bütün söylediğini kabul ediyorum, haydi git!” dediler.
3- Urfalı Seyyid Salih (Salih Özcan)(1) Bey anlattı: “Bir defa Üstâd Hazretleri’nin ziyaretine gitmiştim. Nesebimi sordu. Ben de “Seyyidim” demiştim. Üstâd: “Hasanî misin, Hüseynî misin?” diye sordu. Ben: “Hüseynîyim” dedim. Bunun üzerine Üstâd: “Kardeşim ben hem Hasanîyim, hem de Hüseynîyim” buyurmuşlardı.(2)
Yükleniyor...