Zaten şimdi bazı hakâikte bir inkılâb var. Ezdad isimlerini değiştirip mübadele etmişler. Zulme, adalet.. Cihada, bağy.. Esarete hürriyet namı veriliyor.”(51)
Görüldüğü üzere, Bediüzzaman Hazretleri, şeyh-ül İslâmlık’tan çıkmış olan bu fetvayı, evvela şeriât’ın fetva kaideleri usulüne göre tahlil ettikten sonra, öylesi bir fetvanın, din ve şeriat-ı İslâmiye adına verilmiş ve İslâm’ın umumi maslahat ve menfaatı hesabına ısdar edilmiş bir fetva olmadığını ispat etmiştir. Tahlili şöyledir:
Eğer şeriat adına verilmiş pürüzsüz bir fetva olmuş olsaydı, amm mevzuu'lu olurdu. Muayyen kişileri veya bir grubu tayin etmemesi lâzımdı. Halbuki bu fetva ise, kazayı tazammun eden bir fetva cihetidir ki, şahısları ta'yin ediyor.
KAZA NEDİR?
şeriat ulemâsı ıstılahında kaza, gasbedilen bir malın mislini veya onun kıymetini alıp sahibine teslim etmektir.(52)
Seyyid şerif-i Cürcanî ise, Kazayı bir kaç vecihle mânâlandırmış, demiş ki;
“1- Istılahat-ı fukahada kaza, hakkın kendisini veya mislini sahibine teslim etmek.
2- Kazay-ı alel-gayr: (Yani başkaları üzerinde bir işi, bir mes'eleyi yürütmek) Ondan önce lâzım olmamış olan bir işi lüzumlu kılmak...
3- Kazay-ı fil-husüme: (Yani davacılar arasındaki kaza) Hak ve sabit olan şeyi ortaya çıkartmaktır.”(53)
İşte böyle pürüzsüz fetva ile kazanın birbirinden farklı hükümleri olduğunu şer'î kaidelerle açıklanmış olduğu için, Bediüzzaman onu hakiki fetvaya havale etmiş.. ve şu verilmiş olan fetvanın kesinlikle kaza olduğunu, hem de kazay-ı alelgayr kısmına dahil olduğunu, yani, vacîb ve lâzım olmıyan bir şeyi lüzumlu kılmak şeklinde olduğunu ileri sürerek, bu mes'elede hiç olmazsa, kazay-ı fil-hüsume babından girilmesi ve iki tarafın da dinlenmesi icab ettiğini, bunu ise, sadece ulemâ-i şeriat değil, siyasî ve memleket maslahatını bilen kişilerin de beraber bakarak İslâm’ın maslahatı ne ise, ona göre fetva vermeleri icab eder diyordu. Halbuki bunlar yapılmamıştı. O halde, İslâm şeriatı adına bir fetva-i mahz değildi.
Görüldüğü üzere, Bediüzzaman Hazretleri, şeyh-ül İslâmlık’tan çıkmış olan bu fetvayı, evvela şeriât’ın fetva kaideleri usulüne göre tahlil ettikten sonra, öylesi bir fetvanın, din ve şeriat-ı İslâmiye adına verilmiş ve İslâm’ın umumi maslahat ve menfaatı hesabına ısdar edilmiş bir fetva olmadığını ispat etmiştir. Tahlili şöyledir:
Eğer şeriat adına verilmiş pürüzsüz bir fetva olmuş olsaydı, amm mevzuu'lu olurdu. Muayyen kişileri veya bir grubu tayin etmemesi lâzımdı. Halbuki bu fetva ise, kazayı tazammun eden bir fetva cihetidir ki, şahısları ta'yin ediyor.
KAZA NEDİR?
şeriat ulemâsı ıstılahında kaza, gasbedilen bir malın mislini veya onun kıymetini alıp sahibine teslim etmektir.(52)
Seyyid şerif-i Cürcanî ise, Kazayı bir kaç vecihle mânâlandırmış, demiş ki;
“1- Istılahat-ı fukahada kaza, hakkın kendisini veya mislini sahibine teslim etmek.
2- Kazay-ı alel-gayr: (Yani başkaları üzerinde bir işi, bir mes'eleyi yürütmek) Ondan önce lâzım olmamış olan bir işi lüzumlu kılmak...
3- Kazay-ı fil-husüme: (Yani davacılar arasındaki kaza) Hak ve sabit olan şeyi ortaya çıkartmaktır.”(53)
İşte böyle pürüzsüz fetva ile kazanın birbirinden farklı hükümleri olduğunu şer'î kaidelerle açıklanmış olduğu için, Bediüzzaman onu hakiki fetvaya havale etmiş.. ve şu verilmiş olan fetvanın kesinlikle kaza olduğunu, hem de kazay-ı alelgayr kısmına dahil olduğunu, yani, vacîb ve lâzım olmıyan bir şeyi lüzumlu kılmak şeklinde olduğunu ileri sürerek, bu mes'elede hiç olmazsa, kazay-ı fil-hüsume babından girilmesi ve iki tarafın da dinlenmesi icab ettiğini, bunu ise, sadece ulemâ-i şeriat değil, siyasî ve memleket maslahatını bilen kişilerin de beraber bakarak İslâm’ın maslahatı ne ise, ona göre fetva vermeleri icab eder diyordu. Halbuki bunlar yapılmamıştı. O halde, İslâm şeriatı adına bir fetva-i mahz değildi.
Yükleniyor...