Filhakika İttihad ve Terakki Cemiyeti, bütün hatalarıyla, dinde lâübalilikleriyle, yanlış siyasî hareket ve hatalı yöntemleriyle birlikte; fakat bunlara karşılık olarak, memleket uğrunda çok fedakârane azm ve sebatları vardı. Bunların taşıdığı azm ve sebatla, düşmanın, millet ve memleketi zehirlendirmesine vasıta olmak şöyle dursun, bütün kuvvetleriyle def'ine çalışmaları olmuştur. İşte şimdi düşman, bunların bu azm ve sebatlarına; yani hâinlik yapmayıp, düşmana zelilâne boyun eğerek “Buyurun gelin ne yaparsanız yapın!” dememelerine kızıyor ve hücum ediyorlardı. Haricî, dahilî düşmanları da bunların şu azimlerine karşı küplere biniyorlardı. Acaba, böyle bir ortamda bu kadar hücumlara ma'ruz bu insanlara, bir iç cebheden doğru biz de bunlara hücuma geçsek, kendi memleketimiz içinde düşmana yaltaklık etmiş olmaz mıyız?
Bediüzzaman: “Bence yol ikidir, mizanın iki kefesi gibi... Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer” diyor. Yani, şimdiki durumumuzda, terazinin iki kefesi gibi iki yol ve iki seçeneğimiz vardır. Ya düşmanın yanında olmak, yahut kendi memleketinin bekası uğrunda cihad etmiş, azimkâr insanların yanında olmak vardır. Üçüncü bir yol yoktur. Öyle ise, şu anda bu iki taraftan birisine veya bu iki yoldan bir yola, en ufak bir meyil veya taraflardan bir tarafa küçük bir itiraz ile; öteki tarafın terazisinin kefesine ağırlık ve kuvvet.. veya hafiflik vermiş olmak demektir.
Üstâd Hazretleri parağrafın sonunda şöyle diyor: “Ben tokadımı Antiranik ile beraber Enver'e, ve Venizelos ile beraber Said Halim'e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”
Yani, ben şimdiki halimizde, düşman ecnebilerin Osmanlı ülkesini kendi aralarında bölüşmeye hazırlandıkları ve belki de paylaştıkları şu hengâmede; Antiranik denilen Ermeni mel'un Taşnak çete reisine karşı duyduğum kin ve nefretimi izhar ederken, aynı terazide Harbiye Nâzırı Enver Paşa’ya da itiraz edemem. Keza Yunan Başbakanı Venizelos ki Anadolu’nun yarısını istila etmeyi plânladığı bir zamanda, hamiyet ve gayretin muktezası olarak, ona karşı duyduğum düşmanlık ve iğbirarı; Başkumandanımız Said Halim Paşa’ya da aynı ölçüde yöneltemem. Hem şu andaki durumumuzda, ikisini terazinin aynı kefesinde tutup da, i'tiraz sillesini vuran kimseler de, benim nazarımda hamiyetsiz, alçak insanlardır, diyor.
Dünyevi meclis, üstteki suale verilen cevabı tekmil eden bir başka sual sormuş:
“Dediler: Fırkacılık lâzım-ı meşrûtiyettir? (Yani ayrı ayrı partilerle, ayrı ayrı grupların teşekkülü ve bit-tabi' bunların birbirine karşı itirazları, meşrûtiyet denilen demokrasiliğin lâzımı ve icabıdır?)
Dedim: Bizdekiler de, hutût-u efkâr telâkîsi için, mütemayilen imtidade bedel, münharifen gittiğinden nokta-i telâkî vatanda, belki kürede görülmüyor. Vücud, adem gibi birinin vücudu, ötekinin ademini ister.”
Bediüzzaman: “Bence yol ikidir, mizanın iki kefesi gibi... Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer” diyor. Yani, şimdiki durumumuzda, terazinin iki kefesi gibi iki yol ve iki seçeneğimiz vardır. Ya düşmanın yanında olmak, yahut kendi memleketinin bekası uğrunda cihad etmiş, azimkâr insanların yanında olmak vardır. Üçüncü bir yol yoktur. Öyle ise, şu anda bu iki taraftan birisine veya bu iki yoldan bir yola, en ufak bir meyil veya taraflardan bir tarafa küçük bir itiraz ile; öteki tarafın terazisinin kefesine ağırlık ve kuvvet.. veya hafiflik vermiş olmak demektir.
Üstâd Hazretleri parağrafın sonunda şöyle diyor: “Ben tokadımı Antiranik ile beraber Enver'e, ve Venizelos ile beraber Said Halim'e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”
Yani, ben şimdiki halimizde, düşman ecnebilerin Osmanlı ülkesini kendi aralarında bölüşmeye hazırlandıkları ve belki de paylaştıkları şu hengâmede; Antiranik denilen Ermeni mel'un Taşnak çete reisine karşı duyduğum kin ve nefretimi izhar ederken, aynı terazide Harbiye Nâzırı Enver Paşa’ya da itiraz edemem. Keza Yunan Başbakanı Venizelos ki Anadolu’nun yarısını istila etmeyi plânladığı bir zamanda, hamiyet ve gayretin muktezası olarak, ona karşı duyduğum düşmanlık ve iğbirarı; Başkumandanımız Said Halim Paşa’ya da aynı ölçüde yöneltemem. Hem şu andaki durumumuzda, ikisini terazinin aynı kefesinde tutup da, i'tiraz sillesini vuran kimseler de, benim nazarımda hamiyetsiz, alçak insanlardır, diyor.
Dünyevi meclis, üstteki suale verilen cevabı tekmil eden bir başka sual sormuş:
“Dediler: Fırkacılık lâzım-ı meşrûtiyettir? (Yani ayrı ayrı partilerle, ayrı ayrı grupların teşekkülü ve bit-tabi' bunların birbirine karşı itirazları, meşrûtiyet denilen demokrasiliğin lâzımı ve icabıdır?)
Dedim: Bizdekiler de, hutût-u efkâr telâkîsi için, mütemayilen imtidade bedel, münharifen gittiğinden nokta-i telâkî vatanda, belki kürede görülmüyor. Vücud, adem gibi birinin vücudu, ötekinin ademini ister.”
Yükleniyor...