İşte bu cevab ile, Üstâd Hazretleri hakikaten her zaman tekerrür edebilecek, belki edebilmekte olan hadiselere projektör gibi ışık tutmaktadır.
“Kim fasık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine sû-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir” diyor. Yani kendi partisine oy veren ve o kılıkta görünen kim olursa olsun; karşısında dindar, müttaki insanlar da olsa, bunları onlara tercih eden, aynı zamanda karşısındaki o dindar adamlar, sadece rakibi olduğu partiden oldukları için, artık nihayeti olmıyan sû-i zanlarla çürüterek kendi adamlarını onlara tercih eden adam; siyasetçiliğin, tarafgirliğin ta kendisini yapmış oluyor demektir. O ise, İslâmiyet aşkı ve din hamiyeti adına olan bir hareket değildir ve olamaz da... Öyle ise merduddur.
Üstâd’ın mezkûr dünyevî meclisteki adamlara verdiği cevabın ikinci yarısı, meseleye daha çok vuzûh getirmekte ve çok enteresan ve her zaman yaşayacak ders-i ibret vermektedir. Cevabın ikinci bölümü şöyledir:
"Hem umumun mal-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade hâs göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise; muharriki tarafgirliktir.”
Yani: Din ki bu memlekette yaşıyan müslüman insanların yüzde doksan dokuzunun mukaddes bir malıdır ve umumun hakkıdır. Ancak binde bir nisbetini teşkil eden bazı zevzek mülhidler hâriç, dinin icabatını yerine getirmeseler de, bilfiil yapmasalar da; fakat dinsizliği suret-i kat'iyede kabul etmiyen bu memleket insanlarının, kahir ekseriyetinin umumî telâkkisine zıd bir şekilde, dini tekelcilik zihniyetiyle kendi partisindeki adamlara has bir mal ve partidaşlarına mahsus bir meta' şeklinde göstermeye yeltenmeye çalışmak.. Ayrıca da karşısında rakibi bulunan diğer partili adamların din aleyhinde olduklarını veya hatta dinsiz olduklarını; sû-i zanların hudut tanımıyan ölçüleriyle, memleketin büyük çoğunluğunu teşkil eden insanlarının dinsizliklerini memleket sathında propagandalarla yaymaya çalışmak ve onları bu noktadan tutup nazardan düşürmeye çabalamak; işte o zaman bu hareket kaynağı da tarafgirliğin ta kendisidir. O ise, dine hizmet değil, tam aksine bir ihanet olabilir. Hem din adına bir hamiyet de söz konusu olamaz.
Bediüzzaman Hazretleri bu mevzuu aydınlatmak için şöyle bir temsil zikretmektedir:
“...Meselâ iki adam döğüşürler. Biri zaif düşeceğini hissederken, elindeki Kur’ânı kavî'ye uzatmakla himayesini davet edip, kavî bir ele vermek lazımdır, ta beraber çamura düşmesin. Kur’ân’a muhabbetini, hürmetini göstersin. Kur’ân’ı Kur’ân olduğu için sevsin.
“Kim fasık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine sû-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir” diyor. Yani kendi partisine oy veren ve o kılıkta görünen kim olursa olsun; karşısında dindar, müttaki insanlar da olsa, bunları onlara tercih eden, aynı zamanda karşısındaki o dindar adamlar, sadece rakibi olduğu partiden oldukları için, artık nihayeti olmıyan sû-i zanlarla çürüterek kendi adamlarını onlara tercih eden adam; siyasetçiliğin, tarafgirliğin ta kendisini yapmış oluyor demektir. O ise, İslâmiyet aşkı ve din hamiyeti adına olan bir hareket değildir ve olamaz da... Öyle ise merduddur.
Üstâd’ın mezkûr dünyevî meclisteki adamlara verdiği cevabın ikinci yarısı, meseleye daha çok vuzûh getirmekte ve çok enteresan ve her zaman yaşayacak ders-i ibret vermektedir. Cevabın ikinci bölümü şöyledir:
"Hem umumun mal-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade hâs göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise; muharriki tarafgirliktir.”
Yani: Din ki bu memlekette yaşıyan müslüman insanların yüzde doksan dokuzunun mukaddes bir malıdır ve umumun hakkıdır. Ancak binde bir nisbetini teşkil eden bazı zevzek mülhidler hâriç, dinin icabatını yerine getirmeseler de, bilfiil yapmasalar da; fakat dinsizliği suret-i kat'iyede kabul etmiyen bu memleket insanlarının, kahir ekseriyetinin umumî telâkkisine zıd bir şekilde, dini tekelcilik zihniyetiyle kendi partisindeki adamlara has bir mal ve partidaşlarına mahsus bir meta' şeklinde göstermeye yeltenmeye çalışmak.. Ayrıca da karşısında rakibi bulunan diğer partili adamların din aleyhinde olduklarını veya hatta dinsiz olduklarını; sû-i zanların hudut tanımıyan ölçüleriyle, memleketin büyük çoğunluğunu teşkil eden insanlarının dinsizliklerini memleket sathında propagandalarla yaymaya çalışmak ve onları bu noktadan tutup nazardan düşürmeye çabalamak; işte o zaman bu hareket kaynağı da tarafgirliğin ta kendisidir. O ise, dine hizmet değil, tam aksine bir ihanet olabilir. Hem din adına bir hamiyet de söz konusu olamaz.
Bediüzzaman Hazretleri bu mevzuu aydınlatmak için şöyle bir temsil zikretmektedir:
“...Meselâ iki adam döğüşürler. Biri zaif düşeceğini hissederken, elindeki Kur’ânı kavî'ye uzatmakla himayesini davet edip, kavî bir ele vermek lazımdır, ta beraber çamura düşmesin. Kur’ân’a muhabbetini, hürmetini göstersin. Kur’ân’ı Kur’ân olduğu için sevsin.
Yükleniyor...