Camiden çıktım, daha çoktan beri başımda yerleşen bu eski uykunun sersemliğiyle birkaç gün başımda bir fırtına, dumanlı bir ateş ve pusulasını şaşırmış gemi gibi kendimi gördüm. Aynada saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar: “Dikkat et!”
İşte o beyaz kılların ihtarıyle vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki, çok güvendiğim ve ezvakına meftun olduğum gençlik elveda' diyor.. ve muhabbetiyle pek çok alâkadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor.. Ve pek çok alâkadar ve âdeta âşık olduğum dünya, bana “Uğurlar olsun” deyip, misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. Kendisi de “Allah’a ısmarladık” deyip, o da gitmeye hazırlanıyor.
Kur an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın ayetinin külliyetinde: “Nev-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek.. Ve küre-i arz dahi bir nefistir, bakî bir sûrete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir, ahiret sûretine girmek için o da ölecek!” ma’nası ayetin işaretinden kalbe açılıyordu.
İşte bu halette vaziyetime baktım ki, medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor.. Menşe-i ahzan olan ihtiyarlık, yerine geliyor.. Ve gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor, zâhiri karanlıklı, dehşetli ölüm, yerine gelmeye hazırlanıyor. Ve o çok sevimli ve daimî zannedilen ve gafillerin ma'şukası olan dünya, pek sür'atle zevale koşuyor gördüm. Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için, İstanbul'da haddimden çok fazla gördüğüm makam-ı içtimaînin ezvakına baktım, hiç bir faydası olmadı. Bütün onların teveccühü, iltifatı, tesellileri; yakınımda olan kabir kapısına kadar gelebilir, orada söner.. Ve şöhretperestlerin bir gaye-i hayali olan şân ve şerefin süslü perdesi altında, sakil bir riya, soğuk bir hodfuruşluk, muvakkat bir sersemlik suretinde gördüğümden anladım ki; beni şimdiye kadar aldatan bu işler, hiç bir teselli veremez. Ve onlarda hiç bir nur yok...
Yine tam uyanmak için, Kur’ân’ın semavî dersini işitmek üzere, yine Bayezid camiindeki hafızları dinlemeye başladım...”
Yükleniyor...