merhum Abdurrahman ise, 1923 Mayısı’na kadar amucası ile her ân beraberdir ve ayrılmamıştır. Çamlıca’da, Sarıyer’de hem amcasıyla beraber olduğu ve İngilizlere karşı 1920 içinde neşredilen Hutuvat-ı Sitte eserinin İstanbul'a yayılmasında büyük hizmetleri olduğu gibi, bilâhare 1922 Kasımı’nda amucası ile beraber Ankara'ya giderek, orada amucası Bediüzzaman'a itiraz eden veya aleyhinde bulunan bazı münafık şahısları öldürmek teşebbüsüne kadar hep fedakârane sadakatle amucasının hizmetinde görünmüştür. Fakat 1923 Mayısı veya Haziranı’nda Üstâd Hazretleri ehl-i dünyanın bütün câzib ve şa'şaalı tekliflerini reddederek, izzet-i ilmiye ve vakarını muhafaza yolunda, fakr ü zarureti ihtiyar ederek, Van’a gitmeye hazırlandığı zaman, merhum Abdurrahman amucasından ayrılmış, beraber Van'a gitmemiştir. Bu mevzuu sırasında ayrıca ele alacağımızdan burada bilmünasebe bu hülâsa kaydedildi.
Evet, Bediüzzaman Hazretleri az üstte, Onbirinci Rica'nın baş tarafında sergüzeşt-i hayatının en mühim kısmı olan o hadiseleri kaydettikten sonra, bahsin nihayetinde şöyle der:
“Saç ve sakalımdaki beyaz kılların ve bir vefadarın sadakatsizliği neticesinde, o şa'şaalı ve zahiren tatlı ve süslü İstanbul'un hayat-ı dünyeviyesinin ezvakından bir nefret geldi. Nefis meftun olduğu ezvakın yerinde, ma'nevi ezvak aradı. Bu ehl-i gafletin nazarında soğuk ve ağır ve nahoş görünen ihtiyarlıkta bir teselli, bir nur istedi. Felillahilhamd, Cenab-ı Hakk'a yüzbin şükür olsun; bütün o hakikatsiz, tatsız, âkibetsiz ezvak-ı dünyeviye yerine; hakikî, daimî ve tatlı ezvak-ı imâniyeyi Lailahe illa hu’da ve nur-u tevhidde bulduğum gibi; ehl-i gafletin nazarında soğuk ve sakil görünen ihtiyarlığı, o nur-u tevhid ile çok hafif ve hararetli ve nurlu gördüm...”
Bu ahirki izah ile, Bediüzzaman’ın artık Yeni Said âlemine girdiğinin açık delilidir.
2- Üstâd’ın o dönem hayat hatıralarını daha vâzıh bir şekilde gösteren Yirmi Altıncı Lem'a’nın Sekizinci Ricası’dır, şöyle yâ da getirmektedir:
“...İhtiyarlığın alameti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zamanda, gençliğin derin uykusunu daha ziyade kalınlaştıran Harb-i Umumî'nin dağdağaları ve esaretimin keşmekeşlikleri ve sonra İstanbul’a geldiğim vakit, ehemmiyetli bir şan ü şeref vaziyeti; hatta Halife’den, şeyh-ül İslâm’dan, Başkumandan’dan tut, ta medrese talebelerine kadar haddimden çok ziyade bir hüsn-ü teveccüh ve iltifat gösterdikleri cihetle; gençliğin sarhoşluğu ve o vaziyetin verdiği halet-i ruhiye o uykuyu o derece kalınlaştırmıştı ki; adeta dünyayı daimî, kendimi de lâyemutane dünyaya yapışmış bir vaziyet-i acîbede görüyordum.
Evet, Bediüzzaman Hazretleri az üstte, Onbirinci Rica'nın baş tarafında sergüzeşt-i hayatının en mühim kısmı olan o hadiseleri kaydettikten sonra, bahsin nihayetinde şöyle der:
“Saç ve sakalımdaki beyaz kılların ve bir vefadarın sadakatsizliği neticesinde, o şa'şaalı ve zahiren tatlı ve süslü İstanbul'un hayat-ı dünyeviyesinin ezvakından bir nefret geldi. Nefis meftun olduğu ezvakın yerinde, ma'nevi ezvak aradı. Bu ehl-i gafletin nazarında soğuk ve ağır ve nahoş görünen ihtiyarlıkta bir teselli, bir nur istedi. Felillahilhamd, Cenab-ı Hakk'a yüzbin şükür olsun; bütün o hakikatsiz, tatsız, âkibetsiz ezvak-ı dünyeviye yerine; hakikî, daimî ve tatlı ezvak-ı imâniyeyi Lailahe illa hu’da ve nur-u tevhidde bulduğum gibi; ehl-i gafletin nazarında soğuk ve sakil görünen ihtiyarlığı, o nur-u tevhid ile çok hafif ve hararetli ve nurlu gördüm...”
Bu ahirki izah ile, Bediüzzaman’ın artık Yeni Said âlemine girdiğinin açık delilidir.
2- Üstâd’ın o dönem hayat hatıralarını daha vâzıh bir şekilde gösteren Yirmi Altıncı Lem'a’nın Sekizinci Ricası’dır, şöyle yâ da getirmektedir:
“...İhtiyarlığın alameti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zamanda, gençliğin derin uykusunu daha ziyade kalınlaştıran Harb-i Umumî'nin dağdağaları ve esaretimin keşmekeşlikleri ve sonra İstanbul’a geldiğim vakit, ehemmiyetli bir şan ü şeref vaziyeti; hatta Halife’den, şeyh-ül İslâm’dan, Başkumandan’dan tut, ta medrese talebelerine kadar haddimden çok ziyade bir hüsn-ü teveccüh ve iltifat gösterdikleri cihetle; gençliğin sarhoşluğu ve o vaziyetin verdiği halet-i ruhiye o uykuyu o derece kalınlaştırmıştı ki; adeta dünyayı daimî, kendimi de lâyemutane dünyaya yapışmış bir vaziyet-i acîbede görüyordum.
Yükleniyor...