pek çok insanlar gıpta ile bakıyorlar. Bütün bu insanlar divane mi olmuşlar. Yoksa şimdi ben divane mi oluyorum ki, bu dünyaperest insanları divane görüyorum. Her ne ise...

Ben ihtiyarlığın verdiği şiddetli intibah cihetinde, en evvel alâkadar olduğum fanî şeylerin faniliğini gördüm. Kendime de baktım, nihayet-i aczde gördüm. O vakit beka isteyen ve beka tevehhümüyle fânilere mübtelâ olan ruhum, bütün kuvvetiyle dedi ki: “Madem cismen faniyim, bu fanilerden bana ne hayır gelebilir? Madem ben acizim, bu acizlerden ne bekliyebilirim? Benim derdime çare bulacak bir baki-i Sermedî. Bir kadir-i ezelî lâzım!.. diyerek taharriye başladım. O vakit her şeyden evvel eskiden beri tahsil ettiğim ilme müracaat edip bir teselli, bir rica aramaya başladım. Maatteessüf o vakte kadar ulûm-u felsefeyi ulûm-u İslâmiye ile beraber havsalama doldurup, o ulûm-u felsefeyi pek yanlış olarak maden-i tekemmül ve medar-ı tenevvür zannetmiştim. Halbuki o felsefî mes'eleler ruhumu çok fazla kirletmiş ve terakkiyat-ı maneviyemde engel olmuşlardı...

Birden Cenab-ı Hakk'ın rahmet ve keremiyle Kur’ân-ı Hakim'deki hikmet-i kudsiye imdada yetişti. Çok risalelerde beyan edildiği gibi, o felsefî mes'elelerin kirlerini yıkadı, temizlettirdi. Ezcümle: Fünun-u Hikmet’ten gelen zulümat-ı ruhiye, ruhumu kâinata boğduruyordu. Hangi cihete baktım, nur aradım, o mes'elelerde nur bulamadım, teneffüs edemedim. Ta Kur’ân-ı Hakim'den gelen ve Lailahe illa hu cümlesi ile ders verilen tevhid, gayet parlak bir nur olarak, bütün o zulümatı dağıttı, rahatla nefes aldım.

Fakat nefis ve şeytan, ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinad ederek, akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münâzarât-ı nefsiye, lillahilhamd kalbin muzafferiyetiyle neticelendi. Çok risalelerde kısmen o münazaralar yazılmış...

İşte Bediüzzaman’ın intibah-ı ruhî ta’bir ettiği bu halet ve hatırasının ve manevî muzafferiyetinin tahakkukuna vesile olan; saç ve sakalındaki beyaz kıllarla, sadakatsizlik gösteren bir arkadaşının durumu olduğu görünüyor. Rusya'nın Kosturma vilayetinin Volga nehri kenarındaki Tatar mahallesi camiinde zuhur eden ruhî intibahın dalgalarının, muvakkat bir zaman için sukûnetinden sonra, yani İstanbul’a geldikten iki sene kadar sonra, tekrar dalgalanmaya başlamış olduğunu ve artık Yeni Said merhalesinin hududundan içeriye doğru girmesine sebep olduğunu görüyoruz.

Sadakatsizlik gösteren arkadaşının isim ve şekli verilmediğinden, biz de onu araştırmakla mükellef değiliz. Ancak bazı kimselerin, o büyük sadakatsızlığı gösteren -Haşa- Merhum Abdurrahman’ı zannetmelerine karşı deriz:

Bir kere Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin bahsini ettiği o hadise, 1920'de, Çamlıca'daki köşkte oturmakta iken vaki' olmuştur. Halbuki


Yükleniyor...