Bu yazılar, eserlerinde mecburiyetle ve bilmünasebe yâdettiği hatıralarıdır. Vereceğimiz belgelerde görüleceği üzere, Bediüzzaman Hazretleri 1918'in ortalarında esaretten avdet edip, İstanbul’a geldiğinde, iki buçuk seneye kadarki hizmet ve faaliyetleri, hatta te’lifatı da Eski Said'i andırır bir tarzdadır. 1921'in sonlarında ise, kendisinde Yeni Said'in hâlâtı zuhura başlamış olarak, kendi iç âlemi ve maneviyatıyla, nefis mücadelesi ve tefekküratiyle müstağrak görmekteyiz. 1918’den 1921’in ikinci yarısına kadarki ikibuçuk senelik hayatında, bir kaç cihette inkılâblar görülmektedir. Dünyevî meclislerdeki sohbetlerden , sigaradan, gazeteleri takib etmekten, dünya siyaseti ve içtimaî ahvala karışmaktan tamamen çekildiğini; bunlara bedel münacât ve füyûzât, zikir ve marifet, tefekkür ve ubudiyet ve doğrudan doğruya Kur’ân’ın ma'naları üzerinde durarak hikmetli, rahmetli ve şifalı nükteler istihraç etmek gibi azim, küllî, daimî ve herkes için her zaman lâzım ve geçerli bir mesleğe girdiğini müşahede ediyoruz.

Eserlerinden, yazdıklarımızın vesikaları:

1- İlk başta 26. Lem'a’nın ricalarından, esaret dönüşünü ve İstanbul’a gelişini.. Ve geldiği zaman umumî bir muhabbet ve hürmete mazhar olduğunu, hatta Padişah’tan, Başkumandan’dan, şeyh’ül-İslâm'dan tut, ta medrese talebelerine kadar, herkes tarafından büyük muhabbet ve hürmetle karşılandığını dile getiren Onbirinci Rica’da şöyle diyor:

“Esaretten geldikten sonra, İstanbul'da Çamlıca tepesinde bir köşkte, merhum biraderzadem Abdurrahman ile beraber oturuyorduk. Bu hayatım, hayat-ı dünyeviye cihetinde bizim gibilere en mes'udane bir hayat sayılabilirdi. Çünki esaretten kurtulmuştum. Darül-Hikmet'te meslek-i ilmiyeme münasib en âlî bir tarzda neşr-i ilme muvaffakiyyet vardı. Bana teveccüh eden haysiyet ve şeref, haddimden çok fazla idi. Mevki'ce İstanbul' un en güzel yeri olan Çamlıca'da oturuyordum. Hem herşeyim mükemmeldi. Merhum biraderzadem gibi gayet zeki, fedakâr, hem talebe, hem hizmetkâr, hem kâtip, hem evlad-ı maneviyem beraberdi. Dünyada herkesten ziyade kendimi mes'ud bilirken, aynaya baktım; saçımda, sakalımda beyaz kıllar gördüm. Birden, esarette Kosturma’daki camideki intibah-ı ruhî yine başladı. Onun eseri olarak, kalben merbut olduğum ve medar-ı saadet-i dünyeviye zannettiğim hâlâtı, esbâbı tedkike başladım. Hangisini tetkik ettimse, baktım ki çürüktür, alâkaya değmiyor, aldatıyor. O sıralarda en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. Kalbime dedim, acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım? Görüyorum ki, hakikat noktasında acınacak halimize


Yükleniyor...