Ne için kitaplarını sattırmadığını sordum.
“Maaştan bana kût-ı lâyemut câizdir. Fazlası millet malıdır. Bu suretle millete iade ediyorum,” dedi.
Merhum Abdurrahman yazısının devamında şöyle diyor:
“... Darül Hikmet-il İslâmiye’de demir gibi dayandı. Ecnebî te'sirâtı onu (Darül Hikmeti) kendine alet ettiremedi. O yanlış fetvaya karşı (İngilizin baskısı ile zamanın şeyh-ül İslâm’ının Kuvay-ı Milliye aleyhinde verdiği fetva) dayandı, reddetti. İslâmiyet’e muzır bir cereyan ortaya atıldığı vakit, onu kırmak için küçük bir eserini neşrederdi.
Darül Hikmet'te müştereken iş görmek hususunda bazı mani'ler görüyordu. Onun için hizmetleri hep böyle şahsî teşebbüsleri ile gerçekleşiyordu. Okuyucular bilirler ki; Bediüzzaman kefenini boynuna takmış ve ölümünü göze almıştır. Hatta Anadolu'dan bir çok defa onu istediler, gitmedi. “Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum, siper arkasında mücahede hoşuma gitmiyor. Anadolu'dan ziyade burayı tehlikeli görüyorum.” demişti.
Başka kitapları yanında bulundurmazdı. Ona “Niçin başka kitaplara bakmıyorsun?” derdik.
- “Herşeyden zihnimi tecrid ile Kur’ân’dan fehmediyorum” diyordu.
Başka kitaptan nakletmek lazım geldiği zaman, telif etmiş olduğu eserlerinden mühim gördüğü mes'eleleri değiştirmeden aynen alır, tekrar ederdi. Başka müellifler gibi mânâ tekerrür ettikçe, başka sûret giydirmiyordu
“Ne için aynen böyle tekrar ediyorsun?” şeklindeki istifsarımıza:
“Hakikat usandırmaz, libası değiştirmek istemem” derdi.
Yine kendisine: “Neden ulvî hakâik-ı diniye ile beraber, bazı mesail-i siyasiyeyi(13) kitaplarında derc ediyorsun?” diyenlere:
Derdi ki: “Çocuğa ilacı içirmek için bir şekerleme gösterilir. Ta ki ağzını açsın, ilâç öylece içirilsin. Efkâr-ı amme dahi siyaset için ağzını açmış bekliyor. Ben de tiryakı içirmek için bazen siyaseti de zikrediyorum.”
Böylece amucam Bediüzzaman Said-i Kürdî on ay me'zuniyetten sonra, bir buçuk sene Darül-Hikmet-il İslâmiye’deki vazifesine devam etti. şimdi de başka yere gitmeye niyet etmiş ve millete hitaben:
“Ey millet; burada o kadar mani'ler çoktu ki, iş görmek pek müşküldü. Bu kadarını yapabildim; beni helâl et.” demektedir.
Kendisine soruyorduk: “Neden bu kadar sarsıldınız?”
Cevaben: “Ben kendi şahsî âlâmlarıma tahammül ettim. Fakat,
“Maaştan bana kût-ı lâyemut câizdir. Fazlası millet malıdır. Bu suretle millete iade ediyorum,” dedi.
Merhum Abdurrahman yazısının devamında şöyle diyor:
“... Darül Hikmet-il İslâmiye’de demir gibi dayandı. Ecnebî te'sirâtı onu (Darül Hikmeti) kendine alet ettiremedi. O yanlış fetvaya karşı (İngilizin baskısı ile zamanın şeyh-ül İslâm’ının Kuvay-ı Milliye aleyhinde verdiği fetva) dayandı, reddetti. İslâmiyet’e muzır bir cereyan ortaya atıldığı vakit, onu kırmak için küçük bir eserini neşrederdi.
Darül Hikmet'te müştereken iş görmek hususunda bazı mani'ler görüyordu. Onun için hizmetleri hep böyle şahsî teşebbüsleri ile gerçekleşiyordu. Okuyucular bilirler ki; Bediüzzaman kefenini boynuna takmış ve ölümünü göze almıştır. Hatta Anadolu'dan bir çok defa onu istediler, gitmedi. “Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum, siper arkasında mücahede hoşuma gitmiyor. Anadolu'dan ziyade burayı tehlikeli görüyorum.” demişti.
Başka kitapları yanında bulundurmazdı. Ona “Niçin başka kitaplara bakmıyorsun?” derdik.
- “Herşeyden zihnimi tecrid ile Kur’ân’dan fehmediyorum” diyordu.
Başka kitaptan nakletmek lazım geldiği zaman, telif etmiş olduğu eserlerinden mühim gördüğü mes'eleleri değiştirmeden aynen alır, tekrar ederdi. Başka müellifler gibi mânâ tekerrür ettikçe, başka sûret giydirmiyordu
“Ne için aynen böyle tekrar ediyorsun?” şeklindeki istifsarımıza:
“Hakikat usandırmaz, libası değiştirmek istemem” derdi.
Yine kendisine: “Neden ulvî hakâik-ı diniye ile beraber, bazı mesail-i siyasiyeyi(13) kitaplarında derc ediyorsun?” diyenlere:
Derdi ki: “Çocuğa ilacı içirmek için bir şekerleme gösterilir. Ta ki ağzını açsın, ilâç öylece içirilsin. Efkâr-ı amme dahi siyaset için ağzını açmış bekliyor. Ben de tiryakı içirmek için bazen siyaseti de zikrediyorum.”
Böylece amucam Bediüzzaman Said-i Kürdî on ay me'zuniyetten sonra, bir buçuk sene Darül-Hikmet-il İslâmiye’deki vazifesine devam etti. şimdi de başka yere gitmeye niyet etmiş ve millete hitaben:
“Ey millet; burada o kadar mani'ler çoktu ki, iş görmek pek müşküldü. Bu kadarını yapabildim; beni helâl et.” demektedir.
Kendisine soruyorduk: “Neden bu kadar sarsıldınız?”
Cevaben: “Ben kendi şahsî âlâmlarıma tahammül ettim. Fakat,
Yükleniyor...