İşte, müçtehidlerin bu tatbikatına göre, faraza bu zamanda bir müçtehid bulunabilseydi, İslâm’ın hükümlerinin tatbiki hususunda herhalde mevcut ruhsatlardan daha çok şiddetli ve azimetli tedbirlerin alınmasını müdafaa edecekti. Buna göre, meselâ İslâm Hukuku’nda bir kadının mahrem olan uzuvları sayılırken; yüz, el ve ayak üstü gibi yerlerini gayr-ı mahrem sayan hükmünü, farz olan mahremiyet hükmünün bu zamanda azimetle tatbiki hususunda, bu mahrem olmıyan yerlerini de mahremiyete dahil edecekti. Keza faizciliğin, içkinin vesairenin haramiyetlerinin tatbikatında ve bunlardan çekindirmekte böyle azimetlerle ablukaya alma şeklinde teşdidi cihetine gidileceği muhakkaktı gibi geliyor insanın aklına...
Nitekim bu hakikate işaret sadedinde Bediüzzaman Hazretleri eski bir eserinde “Lâubaliler, ruhsatlarla okşanılmaz, azimetlerle şiddetle ikaz edilir:”(319) demiştir.
Buna göre, Hanefî Mezhebi dahilindeki İslâm hukukunda yer alan bu madde, Sayın C. Kutay'ın anladığı ve anlatmasına çalıştığı ma'nada olmadığı, dolayısıyla İslâm’ı en iyi bilen Bediüzzaman hakkında da, onun kendi düşündüğü tarzda kesinlikle mümkin olmadığı ortaya çıkmış oluyor. Zira o madde, C. Kutay'ın anladığı mânâda -Haşa!- zamanın değişmesiyle cem'iyetin manzarasında kabil-i tatbik olmaz gibi olan herhangi İslâmî bir hükmün hemen reformu cihetine gidilerek topluma uydurulabileceği mevzuu değildir. Bilâkis Bediüzzaman’ın dediği gibi, şiddetli azimetlerle onun etrafının tahkim edilmesi icab eder.
Yine bu mevzu' ile ilgili olarak Bediüzzaman Hazretleri İçtihad Risalesi'nde dediği gibi: “Nasıl ki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte dar delikler dahi seddedilir. Yeni kapılar açmak hiçbir cihette kâr-ı akıl değildir. Hem nasıl ki, büyük bir selin hücûmunda tamir için duvarlarda delikler açmak, gark olmaya vesiledir. Öyle de; şu münkerat zamanında ve âdat-ı ecanibin istilâsı ânında ve bid'aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında içtihad namiyle Kasr-i İslâmiyet’ten yeni kapılar açıp, duvarlarından muharriblerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak İslâmiyete cinayettir...”(320)
Buna göre, Sayın C. Kutay’ın kendi zihniyet ve düşüncesini Bediüzzaman Hazretleri hakkında da tatbika yeltenmesi af edilmez bir günah, bir iftira olduğu gibi; İslâm ahkâmının tatbiki konusunda da behresizliğini ortaya koymaktadır.
Amma maalesef, hakikat ve mes'ele böyle iken, C. Kutay’ın tantanalı ve dış görünüşüyle şa'şaalı ifadeleri karşısında, aşağılık kompleksi içerisinde
Nitekim bu hakikate işaret sadedinde Bediüzzaman Hazretleri eski bir eserinde “Lâubaliler, ruhsatlarla okşanılmaz, azimetlerle şiddetle ikaz edilir:”(319) demiştir.
Buna göre, Hanefî Mezhebi dahilindeki İslâm hukukunda yer alan bu madde, Sayın C. Kutay'ın anladığı ve anlatmasına çalıştığı ma'nada olmadığı, dolayısıyla İslâm’ı en iyi bilen Bediüzzaman hakkında da, onun kendi düşündüğü tarzda kesinlikle mümkin olmadığı ortaya çıkmış oluyor. Zira o madde, C. Kutay'ın anladığı mânâda -Haşa!- zamanın değişmesiyle cem'iyetin manzarasında kabil-i tatbik olmaz gibi olan herhangi İslâmî bir hükmün hemen reformu cihetine gidilerek topluma uydurulabileceği mevzuu değildir. Bilâkis Bediüzzaman’ın dediği gibi, şiddetli azimetlerle onun etrafının tahkim edilmesi icab eder.
Yine bu mevzu' ile ilgili olarak Bediüzzaman Hazretleri İçtihad Risalesi'nde dediği gibi: “Nasıl ki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte dar delikler dahi seddedilir. Yeni kapılar açmak hiçbir cihette kâr-ı akıl değildir. Hem nasıl ki, büyük bir selin hücûmunda tamir için duvarlarda delikler açmak, gark olmaya vesiledir. Öyle de; şu münkerat zamanında ve âdat-ı ecanibin istilâsı ânında ve bid'aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında içtihad namiyle Kasr-i İslâmiyet’ten yeni kapılar açıp, duvarlarından muharriblerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak İslâmiyete cinayettir...”(320)
Buna göre, Sayın C. Kutay’ın kendi zihniyet ve düşüncesini Bediüzzaman Hazretleri hakkında da tatbika yeltenmesi af edilmez bir günah, bir iftira olduğu gibi; İslâm ahkâmının tatbiki konusunda da behresizliğini ortaya koymaktadır.
Amma maalesef, hakikat ve mes'ele böyle iken, C. Kutay’ın tantanalı ve dış görünüşüyle şa'şaalı ifadeleri karşısında, aşağılık kompleksi içerisinde
Yükleniyor...