Bediüzzaman'a talebelik şahsiyetlerini muhafaza edemiyen bazı kimselerin, sözde Bediüzzaman adına kitap yazarak “falan-filan kitapları” diye felsefî tabir ve yorumların potası içerisinde renklendirerek, ad koyan şahıs veya şahıslar, C. Kutay’ın aynı tatbikatını -Bin kere haşa- Bediüzzaman’a da mal eder gibi o kitaplarda yer yer işlediler. Bu hareketle sözde siyasî bazı kimseleri bu tarafa çekeriz diye ehl-i dinin ve ulemânın nefretlerini celbettiler. Kalplerini sızlattılar.

Bir de, çok hatalı ve son derece sakat olarak anlaşılan ve yanlış değerlendirilmelere tabi' tutulan Bediüzzaman Hazretleri’nin gayet sarih olan İçtihad Risalesi adıyla maruf 27. Söz’ün hatimesindeki şu beyanıdır:

“Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki asırlara, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hatem-ül Enbiya’dan sonra, şeriat-ı Kübra’sı her asırda her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriâtlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.

Evet, nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir. Mizaclara göre ilâçlar tebeddül eder: Öyle de asırlara göre şeriatlar değişir. Milletlerin isti'dadına göre ahkâm tahavül eder. Çünki ahkam-ı şeriat’in teferruat kısmı, ahval-ı beşeriyeye bakar, ona göre gelir, ilâç olur”(321)

İşte Bediüzzaman Hazretleri bu beyanında gayet açık ve sarih olarak anlatmaya çalıştığı mesele; şeriatların değişmesi, ahkâmların tebeddülü; ancak ve ancak Peygamberler tarafından Allah’ın vahyi ile olabileceği hakikat ve keyfiyetidir. İkinci parağrafın son cümlesinde: “Çünki ahkâm-ı şer'iye’nin teferruat kısmı, ahval-i beşeriyeye bakar, ona göre gelir, ilâç olur.” kaydı ile, Allah’ın vahyi ile, Peygamberler vasıtasıyla ve Allah tarafından gelir ilâç olur demektir. Yoksa -Yüz bin kere estağfirullah- rastgele şunun bunun kendi akıl ve keyfine göre onu değiştirir, getirir değildir.

Tahmin ediyorum, Bediüzzaman’ın şu gayet net, çok sarih olan bu beyanını bazıları kendi hatalı görüşlerine bir nevi mesned ittihaz ederek, çok kabih, günahlı ve sapık bir yola sülûk etmelerine sebep olmuştur. Halbuki dikkat edilirse, Bediüzzaman hemen onun akabinde der ki: “Enbiya-ı Salife zamanında, tabakat-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seviyeleri hem bir derece kaba, hem şiddetli.. Ve efkârca iptidaî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriâtlar onların haline muvafık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hatta bir kıt'ada, bir asırda ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunmuş...”(322)

Yükleniyor...