olmuşlardır. İslâm ümmeti de bunlara daha çok hürmet ve bağlılık göstermiştir. Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ahmed-i Bedevi, Seyyid Ahmed-i Rufaî, Seyyid İbrahim-i Dessûki, Seyyid Ebu-l-Hasan-i Şazeli gibi... Zâten başta Al-i Beyt-i Resulüllah (A.S.M.) olmak üzere ki, Âl-i Ali’dir, sonra Al-i Abbas, Al-i Ca’fer ve Al-i Akîl (Hz. Ali’nin kardeşi) sülâlelerine hürmet, bir kavle göre şer’an vacibdir. Fakat hürmet ile iktida ayrı ayrı şeylerdir. Meselâ, sülâleleri seyyid, fakat kendisi Sünnet-i Resulullah yolunda olmazsa, şahsına yine hürmet lâzım, amma iktida ve tabi’ olunmaz.
Neseb ve sülâleciliğin son asırlarda bazı sû-i istimallere müncer olduğu da bir gerçektir. Özellikle taklidi ve teslimiyeti kuvvetli olan İslâm memleketlerinde daha çok sû-i isti’mallere vasıta kılındı. Hürmet ile mutlak ittiba’ ayrı ayrı şeyler iken, karıştırıldı. Seyyid sülâlesine mensub oldukları için herkesin kendisine hürmet etmesini, dünya maişetini te’min etmesini halktan isteyenler oldu. Bazı yerlerde bu hal şimdi de mevcuddur. Hatta değil seyyid, ecdadından bir veli çıkmış ise, bunu âlet ittihaz ederek halk arasında dünyevi maişete, menfaatlere ve siyasetlere alet edenler hâlâ eksik değildir. Halbuki, sülâle sahibi olmak, büyüklük ve şeyhlik; tevazu ve mahviyete vasıta olmalıdır. Hürmet ve muhabbet, istenmeden verildiği zaman kabul edilebilir. Dünyevî ve süfli şeylere alet edilmez.
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, bu mes’eleyi, Münâzarât kitabında:
“... Sizdeki cehâlet-i avrâ ve itaat-ı amyâ, ağaiyyet ve tahakküme tenasuh hükmünü verir. Güya ağaiyyet suretiyle ölse, efendilik kalıbıyla veyahut teşeyyuh cismiyle veya asilzâdelik şekliyle hayatlanacaktır...”(12)
Münâzarât’ın başka bir yerinde:
“Ehliyetsizlikle beraber teşeyyuh veya necâbeti da’vâ edenler” ve “necâbet da’vâ eden müteşeyyihler” diye sû-i isti’male müsâid bir sülâlecilik şekline karşı çıkmaktadır.”(13)
Neseb ve sülâleciliğin son asırlarda bazı sû-i istimallere müncer olduğu da bir gerçektir. Özellikle taklidi ve teslimiyeti kuvvetli olan İslâm memleketlerinde daha çok sû-i isti’mallere vasıta kılındı. Hürmet ile mutlak ittiba’ ayrı ayrı şeyler iken, karıştırıldı. Seyyid sülâlesine mensub oldukları için herkesin kendisine hürmet etmesini, dünya maişetini te’min etmesini halktan isteyenler oldu. Bazı yerlerde bu hal şimdi de mevcuddur. Hatta değil seyyid, ecdadından bir veli çıkmış ise, bunu âlet ittihaz ederek halk arasında dünyevi maişete, menfaatlere ve siyasetlere alet edenler hâlâ eksik değildir. Halbuki, sülâle sahibi olmak, büyüklük ve şeyhlik; tevazu ve mahviyete vasıta olmalıdır. Hürmet ve muhabbet, istenmeden verildiği zaman kabul edilebilir. Dünyevî ve süfli şeylere alet edilmez.
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, bu mes’eleyi, Münâzarât kitabında:
“... Sizdeki cehâlet-i avrâ ve itaat-ı amyâ, ağaiyyet ve tahakküme tenasuh hükmünü verir. Güya ağaiyyet suretiyle ölse, efendilik kalıbıyla veyahut teşeyyuh cismiyle veya asilzâdelik şekliyle hayatlanacaktır...”(12)
Münâzarât’ın başka bir yerinde:
“Ehliyetsizlikle beraber teşeyyuh veya necâbeti da’vâ edenler” ve “necâbet da’vâ eden müteşeyyihler” diye sû-i isti’male müsâid bir sülâlecilik şekline karşı çıkmaktadır.”(13)
Yükleniyor...