NESEB VE SÜLÂLESİ
ÖNCE BİR HATIRLATMA>
Malûmdur ki, bir çok büyük zâtların sülâle ve nesebi hayat hikâyelerinin başına yazılır. Meselâ; en başta Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nesebini tarihçiler Hazret-i İsmail Aleyhisselâm’a kadar götürürlerken, kimisi 28. babada, kimisi 43. babada İsmail (A.S.)’e bağlarlar. Ama ittifaklı rivayet 21. babadır.(10)
Hem mesela; şeyh Abdûlkadir-i Geylânî (K.S.)’nin nesebi, ondördüncü babada Hazret-i AIi Kerremallahü vechehü’ya ulaştığı(11) ispat edilmiş. Keza böyle meşhur bir çok zâtların da, maruf sülâleri, yani seyyid veya Abbasî veya Hazret-i Ömer Radiyallahü Anhünün neslinden gelene, “Ömerî” veya “Farukî”.. ve “Osmanî”.. Halid bin Velid (R.A.)’in nesebine mensub olana “Halidî” gibi, ma’ruf sülalelere mensub olanlar şecere ile sülâleleri ispatlandığı gibi; bazılarının da zoraki veya hayalî bir şekilde bir sülâleye bağlattırıldıkları da olmuştur. Bu da çok büyük kabul ettiği şeyhini, hocasını yüceltmek, şanını i’lâ etmekten gelen bir hüsn-ü zannın ziyade galeyânından gelmiştir. Halbuki, İslâm tarihinde o kadar çok büyükler var ki; zahiren ne seyyiddir, ne Abbasîdir, ne de Ömerî...
Mesela, meşhur dört sahib-i tasarruf Evliyadan ikincisi olan Ma’ruf-u Kerhî ki, bir Hıristiyan çocuğudur. Küçük yaşta Müslüman olmuş, terakki ederek maneviyat ve ledünniyatın evc-i bâlâsında uçmuştur. İmam-ı Gazalî de ma’ruf bir sülaleye mensub değildir. Muhyiddin-i Arabi de öyle... Gerçi Muhyiddin-i Arabi, Meşhur Hâtem-i Tâî’nin kabilesi olan Arabın “Tayy” aşiretine mensub ise de, lâkin ümmetçe muhterem sayılan bir sülâle değildir. Hatta dört mezheb imamları da böyledir. Ve hâkeza sayıya sığmayacak kadar büyük evliya ve ulema vardır ki, meşhur ve muhterem bir nesebi yoktur. Amma gerçekten seyyid sülâlesine mensub olan böyle büyük zâtlar, nûrun âlâ nûr bir şeref kazanarak, ziyadesiyle İslâm hizmetinde muvaffak
ÖNCE BİR HATIRLATMA>
Malûmdur ki, bir çok büyük zâtların sülâle ve nesebi hayat hikâyelerinin başına yazılır. Meselâ; en başta Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nesebini tarihçiler Hazret-i İsmail Aleyhisselâm’a kadar götürürlerken, kimisi 28. babada, kimisi 43. babada İsmail (A.S.)’e bağlarlar. Ama ittifaklı rivayet 21. babadır.(10)
Hem mesela; şeyh Abdûlkadir-i Geylânî (K.S.)’nin nesebi, ondördüncü babada Hazret-i AIi Kerremallahü vechehü’ya ulaştığı(11) ispat edilmiş. Keza böyle meşhur bir çok zâtların da, maruf sülâleri, yani seyyid veya Abbasî veya Hazret-i Ömer Radiyallahü Anhünün neslinden gelene, “Ömerî” veya “Farukî”.. ve “Osmanî”.. Halid bin Velid (R.A.)’in nesebine mensub olana “Halidî” gibi, ma’ruf sülalelere mensub olanlar şecere ile sülâleleri ispatlandığı gibi; bazılarının da zoraki veya hayalî bir şekilde bir sülâleye bağlattırıldıkları da olmuştur. Bu da çok büyük kabul ettiği şeyhini, hocasını yüceltmek, şanını i’lâ etmekten gelen bir hüsn-ü zannın ziyade galeyânından gelmiştir. Halbuki, İslâm tarihinde o kadar çok büyükler var ki; zahiren ne seyyiddir, ne Abbasîdir, ne de Ömerî...
Mesela, meşhur dört sahib-i tasarruf Evliyadan ikincisi olan Ma’ruf-u Kerhî ki, bir Hıristiyan çocuğudur. Küçük yaşta Müslüman olmuş, terakki ederek maneviyat ve ledünniyatın evc-i bâlâsında uçmuştur. İmam-ı Gazalî de ma’ruf bir sülaleye mensub değildir. Muhyiddin-i Arabi de öyle... Gerçi Muhyiddin-i Arabi, Meşhur Hâtem-i Tâî’nin kabilesi olan Arabın “Tayy” aşiretine mensub ise de, lâkin ümmetçe muhterem sayılan bir sülâle değildir. Hatta dört mezheb imamları da böyledir. Ve hâkeza sayıya sığmayacak kadar büyük evliya ve ulema vardır ki, meşhur ve muhterem bir nesebi yoktur. Amma gerçekten seyyid sülâlesine mensub olan böyle büyük zâtlar, nûrun âlâ nûr bir şeref kazanarak, ziyadesiyle İslâm hizmetinde muvaffak
Yükleniyor...