İkinci hadise de, onun risalelerinde vesveseleri def edici büyük ilmî izahlarıdır. Ben kendimi dinî ilimleri biliyor zannıyla ve epeyce de dinî malûmatım varken ve buna güvenmekte iken; Kur’ân'ın sarih ve zahir hükümlerinden olan; bir erkeğin iki, üç ve dört kadın kadar almasını fikrimde vesvese suretinde bir şüphe ile; “bu nasıl olabilir?” diye düşünüyordum.

Bu düşüncemden, “acaba benim imânım mı zedelendi” diye ayrı bir vesvese beni sarsmıştı. Birden o sıralarda elime geçen Bediüzzaman’ın Hikmet-ül İstiaze isimli eserini okudum. “Gayr-i ihtiyari insanın aklına gelen fikir ve tasavvurlarının, imânına zarar vermiyeceğini” delilli, ispatlı olarak beyanını gördüm. O vesveseden kurtuldum.

BEDiüZZAMAN'IN ESARET GüNLERiNE AiT

BAZI şAHiDLERiN HATIRALARI

1- şahidlerden birisi: Doktor M. Asaf Dişçi’dir.

1884 yılında Erzurum’da doğmuş olan bu zat, 1. Dünya Harbi’nde Ruslara esir düşmüş, Sibirya’da Bediüzzaman'la tanışmış ve Kosturma'da esaret hayatını yaşamıştır.

Hatırasını şöyle anlatır: “Esaretten önce, beni Sarıkamış’ın Hamamlı köyüne göndermişlerdi. Daha sonra Ruslar beni de esir alıp Sibirya’ya sevk ettiler. Bediüzzaman’ı orada gördüm. Kosturma eyâletinin Kiloğrif kasabasındaydı. Daha sonra onu içerlere, büyük esirler kampına, Kosturma içlerine sevk ettiler. Birlikte altı ay kadar beraber kalmıştık.

Üstâd kampta bir odayı mescid yapmıştı. Kendisi alay komutanı olduğu için maaş da alıyordu. Aldığı maaşları hep hayır hizmetlerine sarf ediyordu. Mescide harcıyor, çeşitli masraflar ediyordu. Esirler kendisine alay komutanı olarak çok hürmet ediyorlardı. Kendisi ise, ben hocayım diyordu. Esirler iade edilirken de kendini Hoca olarak tanıtmak istiyordu.

Günlük yaşayışı çok sade idi. İki yumurta, bir dilim ekmekle günlerini bitirirdi.

Benim anlattıklarım sadece gördüklerimdir. Yoksa bunlar onun hayat ve hatıralarının yanında pek ehemmiyetli değil. Sonra aradan yarım asır geçtiği için çoğunu unutmuşum. Üstâd’ın vakitleri hep dolu idi. Tefsir okur, esirlere ders verirdi. Esir askerler ve subaylar kendisine çok hürmet ederlerdi. Yanında kimse öyle rastgele konuşamazdı. Ayağını bile uzatan olmazdı. şayan-ı hürmet bir insandı. Kaldığımız yer, büyük bir sinema salonuydu. Salonun bir kısmını bölerek mescid yaptırdı.


Yükleniyor...