“Aziz Sıddîk Kardeşlerim!
Evvelâ hakkımda gazete münasebetiyle, şimdi ihtar edildi ki: Rus’un cebbar bir kumandanı; gösterdiğin izzet-i imâniye karşısında hiddetini bırakıp tarziye verdiği halde, Risale-i Nur’un gayet kuvvetli, şahsımın yüz derece fevkinde halisane salâbet-i imâniye derslerini gören resmi memurlar, kalben insafa gelmezlerse ve inadında devam etseler, elbette cehennemden başka hiçbir ceza onları temizliyemez...”(296)
Yine aynı gazetenin (Ehl-i Sünnet) adı geçen yazısı üzerine Üstâd’ın yazdığı bir başka mektubunda da şöyle demiştir:
“...Evet, o esaret hadisesi, aslı doğrudur. Fakat şâhidim olmadığından beyan etmemiştim. Yalnız bir manga asker beni i'dam etmek için geldiğini bilmiyordum. Sonra anladım ve Rus kumandanı tarziye için Rusça birşeyler söyledi, ben bilmedim. Demek hazır bulunan ve bu hadiseyi gazeteye ihbar eden müslüman yüzbaşı anlamış ki, kumandan tekrar tekrar “affet!” demiş...”(297)
Ehli Sünnet Mecmuası, Teşrin-i Sani 15 Ekim 1948'de- neşrettiği yazı aynen şöyledir:
“BEDiüZZAMAN'IN AKILLARA HAYRET VEREN BiR SECiYESi
Birinci Cihan Harbi'nde Bitlis mevkiinde yaralı olarak esir olurken, Bediüzzaman da o gün esir olmuştu. O, Sibirya'ya gönderilmiş, en büyük esirler kampındaydı. Ben Bâkû'nün Nangün adasındaydım. Günün birinde esirleri teftişe gelen ve kampı gezerken Bediüzzaman'ın önünden geçen Nikola- Nikolaviç’e o hiç ehemmiyet vermiyor ve yerinden kımıldanmıyor. Başkumandanın nazar-ı dikkatini çekiyor. Tekrar bir bahane ile önünden geçiyor, yine kımıldamıyor. Üçüncü defasında önünde duruyor, tercüman vasıtasıyla aralarında şöyle bir muhavere geçiyor:
- Beni tanımadılar mı?
- Evet tanıdım, Nikola-Nikolaviç, Çar'ın dayısıdır. Kafkas Cephesi Başkumandanıdır.
- O halde niçin hakaret ettiler?
- Hayır affetsinler, ben kendisine hakaret etmiş değilim. Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım.
- Mukaddesat ne emrediyormuş?
- Ben Müslüman âlimiyim. Kalbimde imân vardır. Kendisinde imân olan
Evvelâ hakkımda gazete münasebetiyle, şimdi ihtar edildi ki: Rus’un cebbar bir kumandanı; gösterdiğin izzet-i imâniye karşısında hiddetini bırakıp tarziye verdiği halde, Risale-i Nur’un gayet kuvvetli, şahsımın yüz derece fevkinde halisane salâbet-i imâniye derslerini gören resmi memurlar, kalben insafa gelmezlerse ve inadında devam etseler, elbette cehennemden başka hiçbir ceza onları temizliyemez...”(296)
Yine aynı gazetenin (Ehl-i Sünnet) adı geçen yazısı üzerine Üstâd’ın yazdığı bir başka mektubunda da şöyle demiştir:
“...Evet, o esaret hadisesi, aslı doğrudur. Fakat şâhidim olmadığından beyan etmemiştim. Yalnız bir manga asker beni i'dam etmek için geldiğini bilmiyordum. Sonra anladım ve Rus kumandanı tarziye için Rusça birşeyler söyledi, ben bilmedim. Demek hazır bulunan ve bu hadiseyi gazeteye ihbar eden müslüman yüzbaşı anlamış ki, kumandan tekrar tekrar “affet!” demiş...”(297)
Ehli Sünnet Mecmuası, Teşrin-i Sani 15 Ekim 1948'de- neşrettiği yazı aynen şöyledir:
“BEDiüZZAMAN'IN AKILLARA HAYRET VEREN BiR SECiYESi
Birinci Cihan Harbi'nde Bitlis mevkiinde yaralı olarak esir olurken, Bediüzzaman da o gün esir olmuştu. O, Sibirya'ya gönderilmiş, en büyük esirler kampındaydı. Ben Bâkû'nün Nangün adasındaydım. Günün birinde esirleri teftişe gelen ve kampı gezerken Bediüzzaman'ın önünden geçen Nikola- Nikolaviç’e o hiç ehemmiyet vermiyor ve yerinden kımıldanmıyor. Başkumandanın nazar-ı dikkatini çekiyor. Tekrar bir bahane ile önünden geçiyor, yine kımıldamıyor. Üçüncü defasında önünde duruyor, tercüman vasıtasıyla aralarında şöyle bir muhavere geçiyor:
- Beni tanımadılar mı?
- Evet tanıdım, Nikola-Nikolaviç, Çar'ın dayısıdır. Kafkas Cephesi Başkumandanıdır.
- O halde niçin hakaret ettiler?
- Hayır affetsinler, ben kendisine hakaret etmiş değilim. Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım.
- Mukaddesat ne emrediyormuş?
- Ben Müslüman âlimiyim. Kalbimde imân vardır. Kendisinde imân olan
Yükleniyor...