Hazret-i Üstâd hiç durmadan bir şeyler okuyor. Arada sırada bizlere dönerek kuvve-i maneviyemizi takviye edecek şeyler söylüyordu.. ve “Biz az olan mermilerimizi basit birkaç düşmana karşı sarfetmeyeceğiz. Kendimizi ucuza satmıyacağız. Ne vakit çoklukla düşman askeri üzerimize gelirse, silâhlarımızı o zaman kullanacağız” gibi sözlerle cesaretimizi tahrik ediyor, bizi teşçi' ediyordu.

Bir ara yine ben baygınlık gibi uyuklama içinde iken uyandım, Üstâd’a baktım, yine bir şeyler okuyordu. Bir halis ve samimi halet içinde Seyda! diye bağırdım. Üstâd “Ha daye' kurban!” dedi. (Yani annen sana kurban ola!) dedim: “Eğer ahirette bizi arayıp şefaatçi olmazsan, hakkımı sana helâl etmem!” Bunun üzerine Hazret-i Üstâd mütebessim bir çehre ile bana bakarak: “Peki daye hayran!..” dedi.”

Merhum Ali Çavuş, 1962 yılında Van’da bize bunları anlatırken; adeta o günlere geçmiş ve o kudsî haleti yaşıyormuş gibi anlatıyordu. Gözleri açılmış, celâllanmış, bağıra bağıra anlatıyordu.

Merhum Ali Çavuş, hatırasına devamla demişti ki:

“En nihayet, bilmecburiye Hazret-i Üstâd’ın tedbirinde karar kıldık. İçimizde Abdulvahhab ismindeki arkadaşımız biraz Rusça bildiği için, tüfeğinin başına teslim işareti olan, birimizin sarığını yırtıp bağlıyacak ve buradan aniden fırlayıp çıkacak, gidip Ruslara haber verecektir. şayet Abdulvahhab da geri gelmezse, artık bilmecburiye birimiz Üstâd’ı sırtına alacak, kalan ikisi de ellerimize silâhlarımızı alarak, çıkıp kurtulmaya bakacağız. Karar tamam mı? Tamam!..

Abdulvahhab tüfeğinin ucuna beyaz bir sarık bağladı. Üstâd’ın elini öptü, bizlerle de helâllaştı ve Bismillah deyip çukurdan dışarı fırladı. Bizler de “Hazır ol” durumuna geçtik. Bir saat kadar zaman geçti. Bir silah sesini duyduk, eyvah herhalde Abdulvahhab'ı vurdular zannettik. Fakat az sonra bazı ayak seslerini duymağa başladık. Tüfeklerimizi ellerimize aldık, bekledik. Baktık Abdulvahhab, arkasından da Rus askerleri... Üstâd’ı gördüler, acele bir sedye getirdiler. Tüfeklerimizi teslim aldılar. Üstâd’ı sedyeye koyup omuzlarına aldılar. Bizler de etrafında yürümeye başladık.

Böylece giderken, yolda Ermeniler bizim bulunduğumuzu duymuşlar. Bizi öldürmek için sağdan soldan hücuma geçtiler. Fakat Rus askerleri etrafımızda halka tutarak bizi muhafaza altına aldılar, öyle götürdüler. Eğer Rus askerleri olmasaydı, Ermeniler bizi sağ bırakmazlardı.

Nihayet bizi götürüp, eskiden otel, o anda ise Rusların ikinci ordu karargâhının yerleştiği binaya bırakıp bir odaya koydular. Binanın kapısında bizi bir alay kumandanı karşılamıştı. Bizim aç ve susuzluğumuzu anlamış olacak ki, birkaç Rus askerini gönderip, Bitlis'in metrûk bırakılmış evlerinden ekmek parçalarını bulup getirmelerini emretti. Askerler gittiler, biraz

Yükleniyor...