takıp, Üstâd’a veriyor, boş tüfekleri alıyorduk. Üstâd silahı o kadar çevik kullanıyordu ki, sanki otomatiktir. Durmadan Rusların üstüne ateş yağdırıyordu. Bir defasında yine dolu tüfenği kendisine verdiğimizde meğer unutarak emniyette bırakmışız. Silah ateş almayınca, Üstâd o kadar hiddet etti ki; hayatımda ondan öyle bir şetim duymamıştık. Kürtçe “Ji kuna haftey keri ketno!” dedi. “Bana bozuk silah veriyorsunuz” diyerek tüfeği bir kayaya çarptı, parçaladı. Biz hemen ikinci dolu bir tüfeği kendisine uzattık. Tam bu sıralarda, Rus askerlerinin içine vurarak, onların dört sıra çemberlerini yardık, şehrin Kızılmescid yakasına geçmek istedik. Önümüze kemer gibi bir duvar geldi. Üstâd o duvardan aşağıya atladı. Meğer karın altında kar ile örtülü büyük bir taş varmış, Üstâd’ın bir ayağı o kaya parçasına değmiş... Bizler de atladık, baktık, Üstâd olduğu yerde oturdu ve: “Arkadaşlar! Kader bizi esir etti. Allahu a'lem bir bacağım kırıldı. Gelin, beni settareli bir yere götürün” buyurdular.

Biz hemen toplandık, Üstâd’ı üstü kapalı bir su arkının içine götürdük ve oturduk. Su arkının üzerine bir iki tüfeğimizi uzatarak Üstâd’ın ayaklarını tüfeklerin üstüne koyduk. Biraz istirahat ettikten sonra, Üstâd bize: “Kardeşlerim! Kader beni esir etti. Siz gidin, kendinizi kurtarmaya bakın. Sizlere hakkımı helâl ediyorum:” demesi üzerine, hepimiz hüngür hüngür ağlamaya başladık ve “Seyda!” dedik, “Seni bu halde bırakıp nereye gideriz. Bizde gayret, namus kalmadı mı?... Ölürsek de, kalırsak da hizmetinizde olsun:”

Bu vefakârane manzaradan Üstâd da duygulandı ve: “Madem gitmiyorsunuz, peki öyle ise..” dedi. Biraz sonra, Üstâd Hazretleri bizim kat'î kararımızı öğrenince, bir miktar düşündü ve bize bir tedbir söyledi: “Öyle ise dedi, biriniz gidin, Ruslara haber verin, gelsinler bizi alsınlar götürsünler.

Fakat biz bu tedbire emin olamıyorduk. Ruslara haber verirsek, belki gelir Üstâd’ı öldürürler diye... Bu defa kendi aramızda çeşitli tedbirler üzerinde tartışmaya başladık. O tedbirlerden birisi: İçimizde cüssece iri Molla Musa isminde bir arkadaşımızın sırtına Üstâd’ı yükleyip bağlıyacağız, geri kalanlarımız da silahlarımızı ellerimize alarak, Üstâd’ın sağından solundan yürüyeceğiz. Karşımıza Ruslar çıkarsa, muharebe edip, geçmeye çalışacağız. Bu tedbiri uzun uzadıya düşündük. Nihayet bu tedbirin de tehlikeli bir iş olacağı kanaatine vardık.

Bu esnada, Üstâd Hazretleri bize söylemiş olduğu ilk tedbirini bir iki defa daha hatırlatıverdi. Ancak biz o tedbirden korkuyorduk. İşte böylece o halde otuzdört saat zamanımız geçmiş oldu. Soğuk, kar, açlık, uykusuzluk, korku ve hiddet karışımı bir halet içindeydik.

Ben yaşça hepsinin küçüğü olduğum için, zaman zaman soğuktan, açlıktan, uykusuzluktan baygınlıklar geçiriyordum. Fakat bakıyordum,


Yükleniyor...