Bilhassa bu zamanda bu şartlar ancak yüksek ve azim bir hey'etin tesanûdüyle ve o hey'etin telâhuk-ı efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassublarından âzade olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevide olabilir..

Böyle bir hey'etin zuhûrunu çoktan beri bekliyorken, hiss-i kablel vuku' kabilinden olarak, memleketi yıkıp, yakacak büyük bir zelzelenin arefesinde bulunduğumuz zihne geldi(281) “Bir şey tamamiyle elde edilmediği takdirde, o şeyi tamamiyle terk etmek caiz değildir” kaidesine binaen, acz ve kusurumla beraber, Kur’ân’ın bazı hakikatlariyle, nazmındaki i’cazına dair bazı işaretleri tek başıma kaydetmeye başladım. Fakat l.Harb-i Umumi'nin patlamasıyla Erzurum'un, Pasinlerin dağ ve derelerine düştük,(282) O kıyametlerde, o dağ ve tepelerde fırsat buldukça kalbime gelenleri birbirine uymıyan ibarelerle o dehşetli ve muhtelif hallerde yazıyordum. O zamanlarda, o gibi yerlerde müracaat edilecek tefsirlerin, kitapların bulunması mümkün olmadığından, yazdıklarım yalnız sünûhât-ı kalbiyemden ibaret kaldı. şu sünûhatım eğer tefsirlere muvafık ise, nur'un ala nur.. şayet muhalif cihetleri varsa, kusurlarıma atfedilebilir.

Evet, tashiha muhtaç yerleri vardır. Fakat hatt-ı harpte büyük bir ihlâs ile, şehitler arasında yazılıp, giydirilen o yırtık ibarelerin tebdiline; şehitlerin kan ve elbiselerinin tebdiline cevaz verilmediği gibi, cevaz veremedim ve kalbim razı olmadı. şimdi de razı değildir. Çünki o zamandaki ihlâsı ve hulûs-u niyeti şimdi bulamıyorum...

Said-i Nursi”

Bu harika tefsirin ilk müsveddelerini, Diyarbekir’e hicret eden kardeşi Molla Abdülmecid beraber götürüp, Bediüzzaman’ın dostu ve ahbabı Diyarbekir Valisi Cevdet Bey’in evinde tebyiz etmiştir.

Molla Abdülmecid, İşaratül İ’caz’ı tebyiz ederken müellifinin Bitliste yaralanıp Ruslara esir düşeceği gecenin ikindisinde (Yani, 2 Mart 1916 Perşembe günü) birden mürekkep hokkası devirilmiş ve şu garip suret vücuda gelmiştir.


Yükleniyor...