İşte bu rü'yya-i sadıka veya hadise-i ruhaniye üzerine kendisine verilen emri ve tevdi' edilen azim hizmeti yerine getirmek üzere, 1914 yılı içinde Kur’ân’ın i’cazını kaydetmeye başlamıştı.
O sıra Horhor Medresesi’nin kabiliyetli ve müstaid bir talebesi olan Müküslü Hamza Efendi bu hadiseyi şöyle anlatır: “Hazret-i Üstâd, İşarat-ül İ'caz tefsirini yazmadan önce, halka-i tedrisinde bulunuyordum. Kelâm-ı Kadim’i eline alıp, Kürtçe takrir ederdi. Hiçbir kitaba ve tefsire bakmazdı. Arkadaşlarımızdan Molla Habib namında bir Efendi, Kürtçe not alırdı. Çok devam etmeden Harb-i Umumî başladı...(256)
BAZI HATIRALAR DAHA
Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ın i’cazî nüktelerini nasıl kaydetmeye başladığı hadisesini böylece kaydettikten sonra, Horhor Medresesi’nin durumuna ve yetiştirdiği talebelerinin kalitesine ve yetiştirme usulüne dair bir iki hatıra nakledelim:
N. Şahiner'in, Antakya-Reyhanlı ilçesinden Nurettin Borak'tan, o da babası Zeyneddin'den dinlediği bir hatıra şöyledir:
“Bir kaç arkadaş birleşip; Van'da Horhor Medresesi müderrisi Molla Said-i Meşhur diye büyük bir âlimi duymuş ve oraya varmıştık. Horhor Medresesi’ne vardığımızda, Hoca Efendi yoktu. Bizi Molla Habib diye birisi karşıladı, içeri aldı.. Ve biraz sonra Hoca Efendi’nin geleceğini söyledi. Bu arada sağımıza solumuza baktığımızda, duvarlarda asılı bir sürü mavzer tüfekleri, kamalar, fişeklikler hayretimizi celbetti. Aynı zamanda masaların üzerinde kitaplar da vardı. Biraz bekledikten sonra, “Hoca Efendi geliyor” dediler. Kendimize çeki düzen vererek bekledik. Bir baktık başında külâh, ayağında çizmeler, belinde kama, sert ve dik adımlarla gelen bir adam... Bizim eskidenberi bildiğimiz, tasavvur ettiğimiz bir hoca beklerken, karşımıza bir kumandan, bir erkân-ı harb şeklinde bir insan çıkıverdi. Çok genç olmasından dolayı “acaba duyduğumuz gibi gerçekten bir ilmi var mı” diye kalbimizden geçmedi değil doğrusu.. Ne ise, bize “Hoş geldiniz!” dedi. Ne için geldiğimizi sordu. Biz de kendisinden ders almak için geldiğimizi söyleyince: “Peki, ama benim şartlarım vardır. Eğer o şartları kabul ederseniz tamam...” dedi ve ilâve etti: “Benim ile başlayan, bir daha geri dönmek diye bir şey yok. Hayatının sonuna kadar benimle beraber olacaktır.” Ayrıca şunu da ilâve ederek dedi ki: “Bugün söz verip de, başlarsanız, sonra da herhangi bir sebepten bırakıp gitmeye kalkışamazsınız. Van Valisi benim ahbabımdır.(257) Kaçarsanız da sizi yakalattırır, getirtirim: İşte şartlarım bunlar... Bu gece misafirimsiniz, düşünün, sabaha kadar kararınızı verin” dedi.
O sıra Horhor Medresesi’nin kabiliyetli ve müstaid bir talebesi olan Müküslü Hamza Efendi bu hadiseyi şöyle anlatır: “Hazret-i Üstâd, İşarat-ül İ'caz tefsirini yazmadan önce, halka-i tedrisinde bulunuyordum. Kelâm-ı Kadim’i eline alıp, Kürtçe takrir ederdi. Hiçbir kitaba ve tefsire bakmazdı. Arkadaşlarımızdan Molla Habib namında bir Efendi, Kürtçe not alırdı. Çok devam etmeden Harb-i Umumî başladı...(256)
BAZI HATIRALAR DAHA
Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ın i’cazî nüktelerini nasıl kaydetmeye başladığı hadisesini böylece kaydettikten sonra, Horhor Medresesi’nin durumuna ve yetiştirdiği talebelerinin kalitesine ve yetiştirme usulüne dair bir iki hatıra nakledelim:
N. Şahiner'in, Antakya-Reyhanlı ilçesinden Nurettin Borak'tan, o da babası Zeyneddin'den dinlediği bir hatıra şöyledir:
“Bir kaç arkadaş birleşip; Van'da Horhor Medresesi müderrisi Molla Said-i Meşhur diye büyük bir âlimi duymuş ve oraya varmıştık. Horhor Medresesi’ne vardığımızda, Hoca Efendi yoktu. Bizi Molla Habib diye birisi karşıladı, içeri aldı.. Ve biraz sonra Hoca Efendi’nin geleceğini söyledi. Bu arada sağımıza solumuza baktığımızda, duvarlarda asılı bir sürü mavzer tüfekleri, kamalar, fişeklikler hayretimizi celbetti. Aynı zamanda masaların üzerinde kitaplar da vardı. Biraz bekledikten sonra, “Hoca Efendi geliyor” dediler. Kendimize çeki düzen vererek bekledik. Bir baktık başında külâh, ayağında çizmeler, belinde kama, sert ve dik adımlarla gelen bir adam... Bizim eskidenberi bildiğimiz, tasavvur ettiğimiz bir hoca beklerken, karşımıza bir kumandan, bir erkân-ı harb şeklinde bir insan çıkıverdi. Çok genç olmasından dolayı “acaba duyduğumuz gibi gerçekten bir ilmi var mı” diye kalbimizden geçmedi değil doğrusu.. Ne ise, bize “Hoş geldiniz!” dedi. Ne için geldiğimizi sordu. Biz de kendisinden ders almak için geldiğimizi söyleyince: “Peki, ama benim şartlarım vardır. Eğer o şartları kabul ederseniz tamam...” dedi ve ilâve etti: “Benim ile başlayan, bir daha geri dönmek diye bir şey yok. Hayatının sonuna kadar benimle beraber olacaktır.” Ayrıca şunu da ilâve ederek dedi ki: “Bugün söz verip de, başlarsanız, sonra da herhangi bir sebepten bırakıp gitmeye kalkışamazsınız. Van Valisi benim ahbabımdır.(257) Kaçarsanız da sizi yakalattırır, getirtirim: İşte şartlarım bunlar... Bu gece misafirimsiniz, düşünün, sabaha kadar kararınızı verin” dedi.
Yükleniyor...