Görüldüğü üzere Hazret-i Bediüzzaman bu sıralarda bir taraftan Horhor Medresesi’nde ilim ve irfanı, nur ve fazileti talebelerine ifaza ederken; bir taraftan da İslâm’ın içtimaî hayatının ve geleceğinin te'minatını düşünüyor, Padişahlarla, kumandanlarla konuşuyor.. Ve Medreset-üz Zehra’sının te’sisi peşinde koşuyordu. Öbür taraftan da memleketi tehdid eden Ermeni komiteleri karşısında fedai talebeleriyle duruyor, onları bir derece susturuyordu. Öbür yandan Bitlis hadisesi gibi, netice itbarıyla şikak ve bölünmeyi hedef alan hadiselere de ulaşıyor, söndürülmesine çalışıyordu. Böylece onun Van'daki şu hayatının, Birinci Cihan Harbi başına kadar; 1900’lerde Tahir Paşa'nın bir gazetede İngiliz Müstemlakat Nazırı’nın menhus beyanını duymasından beri, Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez ebedî bir mu’cize olduğunu dünyaya gösterecek bir muazzam tefsirin vücuda getirilmesi çabasını da yürütmekteydi.. Ve bu hususta yüksek ulemâdan ve çeşitli ilim dallarında mütehassıs zâtlardan müteşekkil bir komisyon tarafından ele alınmasını teşvik etmiş, beklemiş.. Fakat böyle bir zuhurun eseri görülmediği için, tek başına bu kudsî gayesini tahakkuk ettirmek için onun mukaddemelerine başlamış bulunuyordu. Zaten dehşetli, muhlik hadiselerin yaklaşmakta olduğunu hissediyor, acele ediyordu. Ve bunu talebelerine de zaman zaman ihsas ediyordu. Nitekim yukarıda bazı nümuneler gösterilmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri o günlerde müthiş hadiselerin yaklaşmakta olduğunu çok defa söylemiş ve kendisinin Kur’ân’ın i’cazını beyan etmesine dair ma’nevî bir emri içine alan ruhanî bir de rü'ya görmüştü. Belki de gördüğü bu vakıa--i ruhaniye üzerine Kur’ân'ın i'cazını kaydetmekte acele etmesine âmil olmuştu.
İşte, o acîb rü’ya-i sadıkayı kendisinden dinliyoruz: (Yirmisekizinci Mektubun Yedinci Mes’elesinden)
“...Eski Harb-i Umumi'den evvel ve evailinde bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat dağı denilen meşhur Ağrı dağı altındayım. Birden o dağ müthiş infilak etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım, merhume Validem yanımdadır. Dedim:
“Ana korkma! Cenâb-ı Hakk’ın emridir, o rahimdir ve hakimdir” birden o halette iken baktım mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: “İ'caz-ı Kur’ân'ı beyan et!.:”
Uyandım, anladım ki; bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılâbtan sonra, Kur’ân’ın etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek ve Kur’ân'a hücum edilecek. İ’cazı onun çelik bir zırhı olacak.. Ve şu i’cazın bir nev'ini şu zamanda izharına haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzet olacak.. Ve namzed olduğumu anladım...”(255)
Bediüzzaman Hazretleri o günlerde müthiş hadiselerin yaklaşmakta olduğunu çok defa söylemiş ve kendisinin Kur’ân’ın i’cazını beyan etmesine dair ma’nevî bir emri içine alan ruhanî bir de rü'ya görmüştü. Belki de gördüğü bu vakıa--i ruhaniye üzerine Kur’ân'ın i'cazını kaydetmekte acele etmesine âmil olmuştu.
İşte, o acîb rü’ya-i sadıkayı kendisinden dinliyoruz: (Yirmisekizinci Mektubun Yedinci Mes’elesinden)
“...Eski Harb-i Umumi'den evvel ve evailinde bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat dağı denilen meşhur Ağrı dağı altındayım. Birden o dağ müthiş infilak etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım, merhume Validem yanımdadır. Dedim:
“Ana korkma! Cenâb-ı Hakk’ın emridir, o rahimdir ve hakimdir” birden o halette iken baktım mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: “İ'caz-ı Kur’ân'ı beyan et!.:”
Uyandım, anladım ki; bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılâbtan sonra, Kur’ân’ın etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek ve Kur’ân'a hücum edilecek. İ’cazı onun çelik bir zırhı olacak.. Ve şu i’cazın bir nev'ini şu zamanda izharına haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzet olacak.. Ve namzed olduğumu anladım...”(255)
Yükleniyor...