RUMELi’YE SEYAHAT TARiHi

Bediüzzaman Said-i Kürdî Hazretleri İstanbul’a bu ikinci gelişinde yukarda da geçtiği gibi, umumî bir hürmet ve takdire mazhar olmuş, hizmet programlarının tahakkuk safhasının kapıları açılmış gibi görünüyordu. Padişah Muhammed Reşad'ın seyahatine şark vilâyetlerini temsilen refakat ederek, Rumeli'ye beraber gitmesi bu teveccühün bir nişanesi olarak görünmekteydi.

Sultan Muhammed Reşad'ın bu seyahati 6 Haziran 1911’de Barbaros Zırhlısı ve refakatındaki büyük bir kafile ile İstanbul’dan ayrılmakla başlamış. 7 Haziran Çarşamba günü Selânik limanına yanaşan Sultan Muhammed Reşad’ı götüren zırhlı gemisi, büyük tezahüratlarla karşılandı.

İki sene evvel, otuzüç yıllık hilâfet ve saltânat makamında oturmuş muvaffakiyetli Padişah, ağabeyisi Abdülhamid Han da Selânik’te ordunun himayesi namı altında perişan bir halde, bütün şahsî malı-mülkü, parası elinden alınmış, nezaret altında Alâtini Köşkü’nde mahpus gibi bir hayat içinde yaşattırılmaktaydı. Muhammed Reşad, ağabeyisine burada selâm-ı şahanesini yolladı. Bu selâm-ı şahane, ister istemez merasim ile sabık Sultan Abdülhamid’e tebliğinden sonra, onun üzerindeki baskılar yavaş yavaş kalkmaya ve hafiflemeye başladı.

Sultan Reşad'ın kafilesi Selanik'te iki üç gün incelemelerini yaptıktan sonra, trenle Kosova'ya hareket etti. 11 Haziran günü Kosova'nın vilâyet merkezi olan Üsküp’e muvasalat edilmişti. Trenle yapılan bu yolculuk esnasında, Bediüzzaman'la iki genç öğretmen arasında bir mübahase cereyan etmiştir. Mubahasenin mevzuu “Hamiyet-i Diniye mi, yoksa Hamiyet-i Milliye mi” hangisine daha çok önem verilip, ona çalışmak gerekliliği hakkında sual eden o muallimlere, Bediüzzaman Hazretleri uzun, ilmî ve mantıkî burhanlarla; dinî hamiyet olmaksızın, millî hamiyetin hiç bir değerinin olamıyacağını, hem İslâm milletinde dinî hamiyet ile, millî hamiyetin ikisinin müttehid ve mümtezic olduğunu ispatlayarak, muhataplarını ilzam edip irşad eder. Din hamiyetiyle millî hamiyet arasında ancak sureten bir ayrılık görüldüğünü, hem millî hamiyetin dini hamiyete bir alet, bir zırh, bir kal'a şeklinde tasavvur edilmesinin zaruri olduğunu anlatır.

Bediüzzaman tren yolculuğundaki bu mübaheseyi bilâhare Rumeli seyahatinden sonra bir risale şeklinde, evvela Arapça, sonra Türkçe olarak te’lif eder, ismini de “Teşhis-ül İllet” kor. Bu küçük risale filhakika ehli yanında çok değerli, çok mühim ve ismi gibi büyük ve teşhisi yapılmamış içtimaî müthiş bir hastalığın tedavisinin reçetesi mesabesindedir. Bu risale, mezkûr tren yolculuğunda te’lif edilmesi münasebetiyle, olduğu gibi buraya derci münasib görüldü.

Yükleniyor...