geçirmekte olduğu halde; bir anda nasıl olmuş, bilememiş, kendini Bediüzzaman'ın kolları arasında ve kucağında görmüş. Halbuki Bediüzzaman bir kaç adım önde, şu düşme hadisesi de onun arkasında cereyan ettiği halde, nasıl onun kolları arasına girdiğini anlıyamamış. Beraberindekiler de anlıyamamışlar.. Ve bu hadiseyi Bediüzzaman'ın kerametine hamlederek çok hayret ve taaccübde kalmışlardır.”
Müdür Bey, bana bu hadiseyi ölmeden evvel, manevî mes'ûliyetten kurtulmak üzere, onu anlatacağı kimseyi bulamamış olacak ki, beni çağırttı ve mühim bir hadise olarak ifşa-i sır nev'inden bana nakletti.”
Böylece Bediüzzaman Hazretleri, omuzuna almış olduğu yeni vazifenin yüklemiş olduğu hizmet şevkiyle, pür-ümit ve emellerle şark'a dönmüştü. Ümitsizlik, yılgınlık ve bitkinliğin askerlerini tar ü mar edecek ümit ve azm dersini vere vere İstanbul'dan dönüş yaptı. Ondan dolayıdır ki; İstanbul'dan ayrılırken Karadeniz sahilleri yoluyla İnebolu'ya, oradan da sahildeki liman ve iskelelere uğraya uğraya Batum'a, oradan da Tiflis'e gittiğinde; ümit ve emellerinin ne kadar metin, sağlam ve yıkılmaz olduğunu gösteren, orada cereyan etmiş olan hadise onu tasdik eder. şöyle ki:
Tiflis şehrine vardıktan sonra, şehrin meşhur şeyh Sanan Tepesi’ne (Kalesi’ne) çıkarak şehri ve etrafını dikkatle süzmeye başlar. Çarlık Rusyası döneminde demirperdelerin olmayışı ve seyahatların serbest oluşu hasebiyle Bediüzzaman'ın şehrin içinde gezmesine bir mani' yoktu. Fakat onun Tiflis şehri içinde dolaşmasını gizlice ta'kib eden Rus polis hafiyeleri, Üstâd’ın şeyh Sanan Tepesi’ne çıktığını görünce birisi Bediüzzaman'a yaklaşarak:
- Neye böyle dikkat ediyorsun, diye sorar.
Bediüzzaman: “Medresemin planını düşünüyorum”, diye cevab verir.
Ve bu hikâyenin muhaveresi buna kâfi delil olduğu gibi, Van'a geldikten sonra dahi, aşâire meşrûtiyeti telkin etmek için, sualli cevablı münazaraları esnasında aşiretlerin ilk sordukları sual, “Ey Seyda! İstanbul’a gittin, bu inkılâb-ı azimi gördün, mühim işler içine girdin, bize ne getirdin?”
Bediüzzaman'ın cevabı: “Müjde getirdim”(215) şeklinde olmuştur. Hem 1327'nin başında (1911) şam'da Cami-i Emevî'de irad ettiği hutbesinin asıl mevzuu da; ümitsizliği, dolayısıyla atalet ve neme lâzımcılığı kökünden kal' eden ümit, azm ve iştiyak baltasının işlediğini görüyoruz.
Ayrıca aynı senede şam'dan İstanbul’a gelince de “Deva-ül Ye'is” namındaki risalesini te’lif eder ve Hutbe-i şamiye'sine zeyl yapar. Bu risalenin mevzuu da; “dinleri mensuh ve batıl olan Avrupalıların galebe edip, İslâm milletleri üzerinde hâkim duruma neden geldiler?” olan şüphe ve vesvesesini izale
Müdür Bey, bana bu hadiseyi ölmeden evvel, manevî mes'ûliyetten kurtulmak üzere, onu anlatacağı kimseyi bulamamış olacak ki, beni çağırttı ve mühim bir hadise olarak ifşa-i sır nev'inden bana nakletti.”
Böylece Bediüzzaman Hazretleri, omuzuna almış olduğu yeni vazifenin yüklemiş olduğu hizmet şevkiyle, pür-ümit ve emellerle şark'a dönmüştü. Ümitsizlik, yılgınlık ve bitkinliğin askerlerini tar ü mar edecek ümit ve azm dersini vere vere İstanbul'dan dönüş yaptı. Ondan dolayıdır ki; İstanbul'dan ayrılırken Karadeniz sahilleri yoluyla İnebolu'ya, oradan da sahildeki liman ve iskelelere uğraya uğraya Batum'a, oradan da Tiflis'e gittiğinde; ümit ve emellerinin ne kadar metin, sağlam ve yıkılmaz olduğunu gösteren, orada cereyan etmiş olan hadise onu tasdik eder. şöyle ki:
Tiflis şehrine vardıktan sonra, şehrin meşhur şeyh Sanan Tepesi’ne (Kalesi’ne) çıkarak şehri ve etrafını dikkatle süzmeye başlar. Çarlık Rusyası döneminde demirperdelerin olmayışı ve seyahatların serbest oluşu hasebiyle Bediüzzaman'ın şehrin içinde gezmesine bir mani' yoktu. Fakat onun Tiflis şehri içinde dolaşmasını gizlice ta'kib eden Rus polis hafiyeleri, Üstâd’ın şeyh Sanan Tepesi’ne çıktığını görünce birisi Bediüzzaman'a yaklaşarak:
- Neye böyle dikkat ediyorsun, diye sorar.
Bediüzzaman: “Medresemin planını düşünüyorum”, diye cevab verir.
Ve bu hikâyenin muhaveresi buna kâfi delil olduğu gibi, Van'a geldikten sonra dahi, aşâire meşrûtiyeti telkin etmek için, sualli cevablı münazaraları esnasında aşiretlerin ilk sordukları sual, “Ey Seyda! İstanbul’a gittin, bu inkılâb-ı azimi gördün, mühim işler içine girdin, bize ne getirdin?”
Bediüzzaman'ın cevabı: “Müjde getirdim”(215) şeklinde olmuştur. Hem 1327'nin başında (1911) şam'da Cami-i Emevî'de irad ettiği hutbesinin asıl mevzuu da; ümitsizliği, dolayısıyla atalet ve neme lâzımcılığı kökünden kal' eden ümit, azm ve iştiyak baltasının işlediğini görüyoruz.
Ayrıca aynı senede şam'dan İstanbul’a gelince de “Deva-ül Ye'is” namındaki risalesini te’lif eder ve Hutbe-i şamiye'sine zeyl yapar. Bu risalenin mevzuu da; “dinleri mensuh ve batıl olan Avrupalıların galebe edip, İslâm milletleri üzerinde hâkim duruma neden geldiler?” olan şüphe ve vesvesesini izale
Yükleniyor...