Yaşasın Meşrûtiyet-i Meşrua! Sağ olsun Hakikat-ı şeriat’ın terbiyesinden çıkan Neyyir-i Hürriyet!(210)
İstibdadın Garîb-üz-zamanı
Meşrutiyyetin Bedi-üz-zamanı
şimdikinin de Bid'at-üz-zamanı
Said-i Kürdî”(211)
Görüldüğü üzere, Üstâd bu yazısında hem İstanbul’un o günlerdeki halini tasvir ediyor, hem de gazetecilerin yalan, tezvir, yaltaklanma ve iftiralarla ortalığı ve efkârı ne hale getirdiklerini telvih ediyordu. Bu duruma düşen İstanbul'un içinden sıyrılıp veda' etmekten başka çare olmadığını, hakiki medeniyetten değil, amma o günki hal gibi nifak, yalan, hile, dinde laübalilik, garaz, intikam gibi kötü ve rezil ahlâka müsait olan bir medeniyet ismi altındaki mimsiz medeniyetten istifa ettiğini de söylüyordu.
Ahmed Ramiz ise Der ki
Üstâd’ın İstanbul'dan ayrılışının sebeblerini bir de İctihad Kütübhanesi sahibi Ahmed Ramiz Efendi 1911-1912 yıllarında, bir sene ara ile iki defa tab' ettirdiği Divan-ı Harb-i Örfî ve Said-i Kürdî eserinin mukaddemesinde şunları diyor:
“...Karışmış İstanbul'un heva-yı gıll u gışşından ve tezviratından ve bedraka-i efkâr olmak lâzım gelen gazetecilerin bazılarının bütün fenalıklara badî ve bütün fenalıkların müvellidi olduklarını görerek, bu derece açık cinayetlere tahammül edemiyerek, me'yus(212) ve müteessir olarak vahşetzar, fakat munis, vefakâr ve namus-perver olan dağlarına döndü. Kimbilir belki büyük icraatından biri de budur.”(213)
İşte bu gibi sebeb ve hallerden dolayı artık İstanbul'da durup da, bir iş görebilmenin mümkin olamıyacağını anlayan Bediüzzaman Hazretleri, zahirde ümit kaynakları kurumuş, kesilmiş, inkisar-ı hayale uğramış gibi görünmesine rağmen; bilâkis ruhunda coşan İslâm hamiyeti ve gayreti ve İslâmiyetin tealî ve terakkisine hizmet edeceğini kabul ettiği hakikî ve meşru' bir meşrûtiyetperverlik ve hürriyet aşkı onu daha çok büyük hizmetlere ve volkan gibi kaynayan hareket ve faaliyetlere götürmüştür. Ümit ve hayâl kırıklığına düşmek değil, tam aksine büyük ümit ve emellerle şark'a dönmüştür.
İstibdadın Garîb-üz-zamanı
Meşrutiyyetin Bedi-üz-zamanı
şimdikinin de Bid'at-üz-zamanı
Said-i Kürdî”(211)
Görüldüğü üzere, Üstâd bu yazısında hem İstanbul’un o günlerdeki halini tasvir ediyor, hem de gazetecilerin yalan, tezvir, yaltaklanma ve iftiralarla ortalığı ve efkârı ne hale getirdiklerini telvih ediyordu. Bu duruma düşen İstanbul'un içinden sıyrılıp veda' etmekten başka çare olmadığını, hakiki medeniyetten değil, amma o günki hal gibi nifak, yalan, hile, dinde laübalilik, garaz, intikam gibi kötü ve rezil ahlâka müsait olan bir medeniyet ismi altındaki mimsiz medeniyetten istifa ettiğini de söylüyordu.
Ahmed Ramiz ise Der ki
Üstâd’ın İstanbul'dan ayrılışının sebeblerini bir de İctihad Kütübhanesi sahibi Ahmed Ramiz Efendi 1911-1912 yıllarında, bir sene ara ile iki defa tab' ettirdiği Divan-ı Harb-i Örfî ve Said-i Kürdî eserinin mukaddemesinde şunları diyor:
“...Karışmış İstanbul'un heva-yı gıll u gışşından ve tezviratından ve bedraka-i efkâr olmak lâzım gelen gazetecilerin bazılarının bütün fenalıklara badî ve bütün fenalıkların müvellidi olduklarını görerek, bu derece açık cinayetlere tahammül edemiyerek, me'yus(212) ve müteessir olarak vahşetzar, fakat munis, vefakâr ve namus-perver olan dağlarına döndü. Kimbilir belki büyük icraatından biri de budur.”(213)
İşte bu gibi sebeb ve hallerden dolayı artık İstanbul'da durup da, bir iş görebilmenin mümkin olamıyacağını anlayan Bediüzzaman Hazretleri, zahirde ümit kaynakları kurumuş, kesilmiş, inkisar-ı hayale uğramış gibi görünmesine rağmen; bilâkis ruhunda coşan İslâm hamiyeti ve gayreti ve İslâmiyetin tealî ve terakkisine hizmet edeceğini kabul ettiği hakikî ve meşru' bir meşrûtiyetperverlik ve hürriyet aşkı onu daha çok büyük hizmetlere ve volkan gibi kaynayan hareket ve faaliyetlere götürmüştür. Ümit ve hayâl kırıklığına düşmek değil, tam aksine büyük ümit ve emellerle şark'a dönmüştür.
Yükleniyor...