Herkesin bir fikri var, ben de hürüm. Selâmet-i millet için bir fikrim var: İşte, sulh-u umumi ve afv-i umumi ve ref-i imtiyaz lâzım!... Ta ki biri bir imtiyaz ile, 'başkasına haşarat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın!
Fahr olmasın, derim ki: Biz ki hakikî Müslümanız.(195) Aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz. Zira biliriz ki:
اانَّمبا الْحيلبة في تبرْك الْحيبل
fakat meşrûtiyet-i hakikiyenin müsemmasına ahd u peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, isterse meşrûtiyet libasını giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım.
Fikrimce meşrûtiyetin düşmanı, meşrûtiyeti çirkin ve hilâf-ı şeriat göstermekle meşveretin düşmanlarını çok edenlerdir. Tebeddül-ü esma ile hakâik tebeddül etmez.”(196)
Bediüzzaman mahkemede bu gerçekleri böylece pervasız, telâşsız bir şekilde ifade ettikten sonra, müdafalarına şöylece devam etmiştir:
“...şimdi usandığım bir hayat-ı zaifem var, kahrolayım eğer idama esirger isem! Merd olmayayım, eğer ölüme gülmekle gitmezsem... Sureten mahkûmiyetim, vicdanen mahkumiyetinizi intac edecektir. Bu hal bana zarar değil, belki şândır. Fakat millete zarar ettiniz. Zira nasihatımdaki te'siri kırdınız.
Saniyen: Kendinize zarardır. Zira hasmınızın elinde bir hüccet-i katia olurum. Beni miheng taşına vurdunuz. Acaba fırka-i hâlise dediğiniz adamlar böyle mihenge vurulsa, kaç tanesi sağlam çıkacaktır?
Eğer meşrûtiyet bir şu'benin istibdadından ibaret ise; ve yalnız ona isim ise; (197) Zira yalanlar ile ittihad yalandır. Ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrûtiyet fâsittir. Müsemmay-i meşrûtiyet; Hak, sıdk ve muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.”(198)
İşte Bediüzzaman Hazretleri Birinci Divan-ı Harb-i Örfî Mahkemesi’nde böyle çeşitli mes'elelere temas ederek, pervasızca gerçekleri gözler önüne serdikten sonra, müdafaatının en mühim kısmı olan son bölüm ve sualler kısmına şöylece girmektedir:
“Cemî'-i kuvvetimle derim ki: Terakkimiz; milletimiz olan İslâmiyetin(199) terakkîsi ile ve hakâik-i şeriat’ın tecellisi iledir.. Yoksa (yürüyüşünü
Fahr olmasın, derim ki: Biz ki hakikî Müslümanız.(195) Aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz. Zira biliriz ki:
اانَّمبا الْحيلبة في تبرْك الْحيبل
fakat meşrûtiyet-i hakikiyenin müsemmasına ahd u peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, isterse meşrûtiyet libasını giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım.
Fikrimce meşrûtiyetin düşmanı, meşrûtiyeti çirkin ve hilâf-ı şeriat göstermekle meşveretin düşmanlarını çok edenlerdir. Tebeddül-ü esma ile hakâik tebeddül etmez.”(196)
Bediüzzaman mahkemede bu gerçekleri böylece pervasız, telâşsız bir şekilde ifade ettikten sonra, müdafalarına şöylece devam etmiştir:
“...şimdi usandığım bir hayat-ı zaifem var, kahrolayım eğer idama esirger isem! Merd olmayayım, eğer ölüme gülmekle gitmezsem... Sureten mahkûmiyetim, vicdanen mahkumiyetinizi intac edecektir. Bu hal bana zarar değil, belki şândır. Fakat millete zarar ettiniz. Zira nasihatımdaki te'siri kırdınız.
Saniyen: Kendinize zarardır. Zira hasmınızın elinde bir hüccet-i katia olurum. Beni miheng taşına vurdunuz. Acaba fırka-i hâlise dediğiniz adamlar böyle mihenge vurulsa, kaç tanesi sağlam çıkacaktır?
Eğer meşrûtiyet bir şu'benin istibdadından ibaret ise; ve yalnız ona isim ise; (197) Zira yalanlar ile ittihad yalandır. Ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrûtiyet fâsittir. Müsemmay-i meşrûtiyet; Hak, sıdk ve muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.”(198)
İşte Bediüzzaman Hazretleri Birinci Divan-ı Harb-i Örfî Mahkemesi’nde böyle çeşitli mes'elelere temas ederek, pervasızca gerçekleri gözler önüne serdikten sonra, müdafaatının en mühim kısmı olan son bölüm ve sualler kısmına şöylece girmektedir:
“Cemî'-i kuvvetimle derim ki: Terakkimiz; milletimiz olan İslâmiyetin(199) terakkîsi ile ve hakâik-i şeriat’ın tecellisi iledir.. Yoksa (yürüyüşünü
Yükleniyor...