MüDAFAATI
Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb mahkemelerinde ve mahkemeden evvel Harbiye Nezareti’nde yaptığı merdane, pervasız, mümaşatsız, hak ve gerçek müdafaaları gelecek tarzdadır. Onun o müdafaaları, kendisine Divan-ı Harb Mahkemesi’nce beraat kazandırdığı gibi; mahkeme heyetinin ilk baştaki katı, hırçın ve zalûm davranışını da itidale getirerek yumuşamasına sebeb olmuştur. Ondandır ki; on bir buçuk sualler bölümü mahkemeye tevcih edilmesinden sonra, zindanlarda bekliyen elli kadar mazlum ve ma'sum insanın tahliyeleri takib etmiştir.(185) Belki denilebilir ki; Divan-ı Harb Mahkemesi’nin astırdığı onca insanları, astırmadan önce, Bediüzzamanı dinlemiş olsaydı, birçok gerçekleri öğrenir, durumu müsbet yönde değişebilirdi.
Evet, Hurşit Paşa’nın riyasetindeki birinci Divan-ı Harb Mahkemesi, Bediüzzaman’ı ikinci kez duruşmasında muhakeme ederken, şimdiki İstanbul Üniversitesi bahçe kısmında on beş tane din âlimi hocalar darağacında asılı(186) vaziyetteydi. Bediüzzaman da pencereden o dehşetli manzarayı görmekteydi. Kimbilir belkide, ona dehşet ve korku verdirmek ve onu mağlub etmek, konuşturmamak için kasd-ı mahsusla bir plan idi. Lâkin heyhat!...
İşte Bediüızaman'ın o dehşetli manzara ortasında mahkemeyi hayret ve takdirlerle dinlettiren müdafaatından bazı bölümler sunuyoruz:
Mahkeme reisi Hurşit Paşa, Bediüzzaman'a soruyor:
- Sen de şeriat istedin mi? İşte şeriat’ı isteyenler böyle asılırlar!. Bediüzzaman:
“şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve âdalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil.”(187)
“Ahiret’e gitmeye kemal-i iştiyakla müheyyayım. Bu asılanlar ile beraber gitmeye hazırım!.. Nasıl ki bir bedevî garaib-perest, İstanbul’un acaib ve mehasinini işitmiş, fakat görmemiş. Nasıl kemâl-i hahişle görmeyi arzu eder!. Ben de ma’raz-ı acâib ve garâib olan Ahiret’i o hahiş ile
Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb mahkemelerinde ve mahkemeden evvel Harbiye Nezareti’nde yaptığı merdane, pervasız, mümaşatsız, hak ve gerçek müdafaaları gelecek tarzdadır. Onun o müdafaaları, kendisine Divan-ı Harb Mahkemesi’nce beraat kazandırdığı gibi; mahkeme heyetinin ilk baştaki katı, hırçın ve zalûm davranışını da itidale getirerek yumuşamasına sebeb olmuştur. Ondandır ki; on bir buçuk sualler bölümü mahkemeye tevcih edilmesinden sonra, zindanlarda bekliyen elli kadar mazlum ve ma'sum insanın tahliyeleri takib etmiştir.(185) Belki denilebilir ki; Divan-ı Harb Mahkemesi’nin astırdığı onca insanları, astırmadan önce, Bediüzzamanı dinlemiş olsaydı, birçok gerçekleri öğrenir, durumu müsbet yönde değişebilirdi.
Evet, Hurşit Paşa’nın riyasetindeki birinci Divan-ı Harb Mahkemesi, Bediüzzaman’ı ikinci kez duruşmasında muhakeme ederken, şimdiki İstanbul Üniversitesi bahçe kısmında on beş tane din âlimi hocalar darağacında asılı(186) vaziyetteydi. Bediüzzaman da pencereden o dehşetli manzarayı görmekteydi. Kimbilir belkide, ona dehşet ve korku verdirmek ve onu mağlub etmek, konuşturmamak için kasd-ı mahsusla bir plan idi. Lâkin heyhat!...
İşte Bediüızaman'ın o dehşetli manzara ortasında mahkemeyi hayret ve takdirlerle dinlettiren müdafaatından bazı bölümler sunuyoruz:
Mahkeme reisi Hurşit Paşa, Bediüzzaman'a soruyor:
- Sen de şeriat istedin mi? İşte şeriat’ı isteyenler böyle asılırlar!. Bediüzzaman:
“şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve âdalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil.”(187)
“Ahiret’e gitmeye kemal-i iştiyakla müheyyayım. Bu asılanlar ile beraber gitmeye hazırım!.. Nasıl ki bir bedevî garaib-perest, İstanbul’un acaib ve mehasinini işitmiş, fakat görmemiş. Nasıl kemâl-i hahişle görmeyi arzu eder!. Ben de ma’raz-ı acâib ve garâib olan Ahiret’i o hahiş ile
Yükleniyor...