Biz en evvel bu acib ihbarı Bediüzzaman’ın bilâhare yazmış olduğu eserlerinden naklettikten sonra, şâhid olarak mezkur zâtların şehadetlerini gösteren belgeleri de takdim edeceğiz.
Bediüzzaman’dan dinliyoruz: “...Hürriyetin bidayetinde Risale-i Nur’dan çok evvel, kuvvetli bir ümid ve itikad ile ehl-i îmânın me’yusiyetlerini izale için, “İstikbalde bir ışık var, bir nur görüyorum” diye müjdeler veriyordum. Hatta Hürriyet’ten evvel talebelerime beşaret ederdim. Tarihçe-i hayatımda Abdurrahman’ın(132) yazdığı gibi, Sunûhat misillü risalelerimde(133) dahi “Ben bir ışık görüyorum” diye, dehşetli hadisata karşı o ümidle dayanıp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye’de ve çok geniş bir dairede tasavvur ederdim. Halbuki hadisat-ı âlem beni o gaybî ihbarda ve beşarette bir derece tekzib edip ümidimi kırardı.
Birden bir ihtar-ı gaybî ile kat’î kanaat verecek bir surette kalbime geldi, denildi ki: “Ciddî bir alâka ile senin eskidenberi tekrar ettiğin “bir ışık var, bir nur göreceğiz” diye müjdelerin te’vili ve tefsiri ve ta’biri, sizin hakkınızda, belki îmân cihetiyle âlem-i İslâm hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur’dur. Bu ışıktır, seni şiddetle alâkadar etmişti.. Ve bu nurdur ki, eskide tahayyül ve tahminin ile geniş dairede, belki siyaset âleminde gelecek mes’udane ve dindarane haletlerin ve vaziyetlerin mukaddemesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel saadet tasavvur ederek, eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordun.
Evet, otuz sene evvel bir hiss-i kablelvuku’ ile hissettin.. Fakat nasıl kırmızı bir perde ile siyah bir yere bakılsa, karayı kırmızı görür. Sen dahi doğru gördün. Fakat yanlış tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni aldattı.“(134)
Aynı mevzuda ikinci bir örnekte şöyledir: “Birinci esas: Ehl-i îmânın me’yusiyetine karşı “İstikbalde bir nur var” diye müjde verdiğidir...
İkinci esas: Eski Said, bazı dâhî siyasî insanlar ve harika ediblerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdadı hissedip, ona karşı cebhe almışlardı. O hiss-i kablelvuku’ tabir ve te’vile muhtaç iken, bilmiyerek resmî, zaif ve ismî bir istibdat görüp ona karşı hücum gösteriyorlardı. Halbuki onlara dehşet veren, çok zaman sonra gelecek olan istibdatların zaif bir gölgesini, asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyân etmişler. Maksad doğru, fakat hedef hata.
İşte Eski Said de, eski zamanda böyle acib bir istibdadı hissetmiş, ba’zı âsârında, ona hücum ile beyânatı var. O müdhiş istibdadat-ı acibeye karşı meşruta-i meşruayı bir vasıta-i necat görüyordu.. Ve hürriyet-i
Bediüzzaman’dan dinliyoruz: “...Hürriyetin bidayetinde Risale-i Nur’dan çok evvel, kuvvetli bir ümid ve itikad ile ehl-i îmânın me’yusiyetlerini izale için, “İstikbalde bir ışık var, bir nur görüyorum” diye müjdeler veriyordum. Hatta Hürriyet’ten evvel talebelerime beşaret ederdim. Tarihçe-i hayatımda Abdurrahman’ın(132) yazdığı gibi, Sunûhat misillü risalelerimde(133) dahi “Ben bir ışık görüyorum” diye, dehşetli hadisata karşı o ümidle dayanıp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye’de ve çok geniş bir dairede tasavvur ederdim. Halbuki hadisat-ı âlem beni o gaybî ihbarda ve beşarette bir derece tekzib edip ümidimi kırardı.
Birden bir ihtar-ı gaybî ile kat’î kanaat verecek bir surette kalbime geldi, denildi ki: “Ciddî bir alâka ile senin eskidenberi tekrar ettiğin “bir ışık var, bir nur göreceğiz” diye müjdelerin te’vili ve tefsiri ve ta’biri, sizin hakkınızda, belki îmân cihetiyle âlem-i İslâm hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur’dur. Bu ışıktır, seni şiddetle alâkadar etmişti.. Ve bu nurdur ki, eskide tahayyül ve tahminin ile geniş dairede, belki siyaset âleminde gelecek mes’udane ve dindarane haletlerin ve vaziyetlerin mukaddemesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel saadet tasavvur ederek, eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordun.
Evet, otuz sene evvel bir hiss-i kablelvuku’ ile hissettin.. Fakat nasıl kırmızı bir perde ile siyah bir yere bakılsa, karayı kırmızı görür. Sen dahi doğru gördün. Fakat yanlış tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni aldattı.“(134)
Aynı mevzuda ikinci bir örnekte şöyledir: “Birinci esas: Ehl-i îmânın me’yusiyetine karşı “İstikbalde bir nur var” diye müjde verdiğidir...
İkinci esas: Eski Said, bazı dâhî siyasî insanlar ve harika ediblerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdadı hissedip, ona karşı cebhe almışlardı. O hiss-i kablelvuku’ tabir ve te’vile muhtaç iken, bilmiyerek resmî, zaif ve ismî bir istibdat görüp ona karşı hücum gösteriyorlardı. Halbuki onlara dehşet veren, çok zaman sonra gelecek olan istibdatların zaif bir gölgesini, asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyân etmişler. Maksad doğru, fakat hedef hata.
İşte Eski Said de, eski zamanda böyle acib bir istibdadı hissetmiş, ba’zı âsârında, ona hücum ile beyânatı var. O müdhiş istibdadat-ı acibeye karşı meşruta-i meşruayı bir vasıta-i necat görüyordu.. Ve hürriyet-i
Yükleniyor...