Bediüzzaman “İstibdatlar umumen Sultan-ı mahlu’a isnad edildiği halde...” sözüyle, Jön-Türk hareketinin başladığı zamanlar, başta Namık Kemal, Ziya Paşa ve sonra Mehmet Akif gibi mücahid, edib şairler, hürriyetperverler, Sultan Abdülhamid’e şiddetli hücum ettikleri ve bütün istibdat ve tahakkümleri onun şahsından bilip itiraz ettikleri bir gerçektir. Lâkin Hazret-i Üstâd Bediüzzaman ise; “... isnad edildiği halde” diyor. Yani gerçek olarak değil, belki o zamanlar öyle telâkkî ve kabul ediliyordu demek istiyor.. ve “O şefkatli Sultan’a boyun eğmedim” sözüyle Sultan Abdülhamid’in şefkatli, merhametli ve dindar bir insan olduğunu kaydediyor.
Ayrıca da, Bediüzzaman Hazretleri o zamanki en heyecanlı nutuk ve makalelerinde, hiç bir zaman Sultan Abdülhamid’in şahsiyetine, makâmına ve şahsî, insanî ahvâline -sair hürriyet-perver mücahidler gibi- hakaretâmiz sözlerle ilişmemiş, hücum etmemiştir. Ancak nasihat tarzında(56) bazı şeyler söylemiştir.
5- Meşrutiyet’in i’lânından iki sene sonra, 1910 yılının sonu ve 1911 yılının başında te’lif ve tab’ettirdiği “Münâzârat” isimli eserinde, istibdat ve meşrutiyeti ta’rif ederken, Sultan Abdülhamid’in bahsi münasebetiyle şöyle der:
“... Zira sabıkta Padişah kendi yerinde mahbus gibi oturuyordu. Biçare milletin halini anlamıyordu.. Veyahut za’f-ı kalb ve kuvvet-i vehm ile anlamak istemiyordu. Yahut mütehevvisane ve mütekeyyifane ve mütekalkıl olan tabiatı anlattırmağa müsait değildi...”(57)
Burada Sultan Abdülhamid’in şahsiyyetine zâhirde bir ta’riz görünmektedir. Lâkin dikkat edilirse, birkaç ihtimali birden nazara veriyor. En baştaki ihtimal, “kendi yerinde mahpus gibi oturuyordu” ifadesiyle; Mabeyn’deki paşaların aldatmaları veyahut onu bir çeşit ablukaya almalarıyla “Mahbus gibi” yani sağını solunu tam ma’nasıyla haberdar olarak bilmiyordu. Aldığı malumat da “Mabeyn”den geçerek kendisine ulaşmaktaydı.
Âhirdeki ihtimal ise; Onun beşerî ve insanî ve fıtrî bazı hallerinden ve za’if olan bazı damarlarından bahsediyor ki; onun beşeriyetine raci’dir.
Hilkaten vesveseli, hassas, tereddütlü olabilirdi. Fakat bunlar, onun kötü niyetliliğine, kasdî olarak onları işlediğine delâlet etmez. Bediüzzaman da ahirki zaif ihtimal ile birazcık onun hilkî beşeriyetine ve zaif damarına vuruyor.
Ayrıca da, Bediüzzaman Hazretleri o zamanki en heyecanlı nutuk ve makalelerinde, hiç bir zaman Sultan Abdülhamid’in şahsiyetine, makâmına ve şahsî, insanî ahvâline -sair hürriyet-perver mücahidler gibi- hakaretâmiz sözlerle ilişmemiş, hücum etmemiştir. Ancak nasihat tarzında(56) bazı şeyler söylemiştir.
5- Meşrutiyet’in i’lânından iki sene sonra, 1910 yılının sonu ve 1911 yılının başında te’lif ve tab’ettirdiği “Münâzârat” isimli eserinde, istibdat ve meşrutiyeti ta’rif ederken, Sultan Abdülhamid’in bahsi münasebetiyle şöyle der:
“... Zira sabıkta Padişah kendi yerinde mahbus gibi oturuyordu. Biçare milletin halini anlamıyordu.. Veyahut za’f-ı kalb ve kuvvet-i vehm ile anlamak istemiyordu. Yahut mütehevvisane ve mütekeyyifane ve mütekalkıl olan tabiatı anlattırmağa müsait değildi...”(57)
Burada Sultan Abdülhamid’in şahsiyyetine zâhirde bir ta’riz görünmektedir. Lâkin dikkat edilirse, birkaç ihtimali birden nazara veriyor. En baştaki ihtimal, “kendi yerinde mahpus gibi oturuyordu” ifadesiyle; Mabeyn’deki paşaların aldatmaları veyahut onu bir çeşit ablukaya almalarıyla “Mahbus gibi” yani sağını solunu tam ma’nasıyla haberdar olarak bilmiyordu. Aldığı malumat da “Mabeyn”den geçerek kendisine ulaşmaktaydı.
Âhirdeki ihtimal ise; Onun beşerî ve insanî ve fıtrî bazı hallerinden ve za’if olan bazı damarlarından bahsediyor ki; onun beşeriyetine raci’dir.
Hilkaten vesveseli, hassas, tereddütlü olabilirdi. Fakat bunlar, onun kötü niyetliliğine, kasdî olarak onları işlediğine delâlet etmez. Bediüzzaman da ahirki zaif ihtimal ile birazcık onun hilkî beşeriyetine ve zaif damarına vuruyor.
Yükleniyor...