BİR FASIL BEDİÜZZAMAN VE SULTAN ABDÜLHAMİD

Bediüzzaman’ın yukarıda geçen hürriyet hakkındaki ilk nutkunun son bölümünde Sultan Abdülhamid’in ismi ve ahvâli geçmesi münasebetiyle; Bediüzzaman’ın tımarhaneye ve tarassuthaneye zahiren onun tarafından sevk edildiği veya onun namına Mabeyn hükûmetinin tedbiriyle o gibi muameleler ona reva görüldüğü ve şark’tan Medreset-üz-Zehra’sı için Padişaha müracaat azmiyle gelmişken, hiç bir mülayim karşılık görmediği, fikir ve düşüncelerine cevab verilmemekle beraber, müracaatlarına bir ilgi gösterilmediği halde; hakikat ve gerçek olarak Bediüzzaman’ın ona karşı tutum ve davranışı, yahut onun hakkındaki fikir ve düşünceleri hangi merkezde olduğu hakkında bir fasıl açarak mahiyetine bakacağız:

Evvela: Bu mes’eleyi Bediüzzaman’ın Meşrutiyet döneminde neşr olunan nutuk, makale, müdafaat ve kitaplarından,

Saniyen: Cumhuriyet döneminde te’lif etmiş olduğu Risale-i Nur kitapları ve müdafaatlarından,

Salisen: Bediüzzaman’ın en yakın talebe ve hizmetkârlarının bu konuda ondan işittikleri sözlerinden sorarak, gerçek mahiyetini bulmaya çalışacağız. Bu tahlilde başkaların lâf u güzafına göre değil, hem başkalarının zihniyet ve hayalhanesindeki tasavvuruna göre de değil, belki Bediüzzaman’ın gerçek olarak Sultan Abdülhamid’e karşı tutum, davranış, fikir ve düşüncelerinin hakikatini yukarıda sıraladığım yalnız o üç kaynaktan öğrenmeye çalışacağız.

İşte birinci kaynak; Meşrutiyet dönemindeki nutuk makale, müdafaat ve kitaplarına müracaat ediyoruz:

1- Meşrutiyetin il’ânının ilk günlerinde söylediği nutkunun son bölümünde: “Yaşasın yaraları tedavî etmek fikrinde olan halife-i peygamber”(47) Demek suretiyle, onun şahsiyet ve makâmının ne olduğunu ortaya koymaktadır.

2- 23 Mart 1909’da gazetelerde intişar eden “Dağ meyvesi acı da olsa devadır” başlıklı makalesinin yedinci maddesinde:

“Hilâfete dair bir rû’yadır. Âlem-i menamda Padişah’ı gördüm(48) dedim: Sen zekât-ül ömrü, Ömer-i sani(49) mesleğinde sarfet! Tâ ki, Meşrûtiyet


Yükleniyor...