“Yaşasın şeriat-ı garra!

Yaşasın Adalet-i İlahi! Yaşasın İttihad-ı Milli!

Ölsün ihtilâf, yaşasın muhabbet-i milli!

Gebersin ağraz-ı şahsiye ve fikr-i intikam, yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i müşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cem’iyyet-i ahrar!

Yaşasın yaraları tedavi fikrinde olan Halife-i Peygamber!..

Görüldüğü üzere, Bediüzzaman’ın alkışladığı, kökleşmesini istediği maddeler: şeriat-ı garra (Parlak nurlu şeriat) Allah’ın adaletinden sonra milletçe ittihad, milleti sevmek ve milletin bir birini ve millî değerlerini sevmesini temin etmek, millet için ve milletin menfaati yolunda yapılan hizmetleri desteklemek, sırf şecaatten tecessüm etmiş askerleri ve askerliği ve kahraman orduyu sevme, destekleme.. Hürriyet mücadelesini vermiş akıl ve tedbir üzerine kurulan ahrar cem’iyyetini takdir etme.. ve en sonunda da Sultan Abdülhamid’in Peygamber Halifesi olarak, açılmış millî ve vatanî yaraları tedavî etmek için çalıştığını veya öyle olması lazım geldiğini” bilmek gibi hususlar...

Bunun yanında gebermesini, yok olup def’olunmasını istediği şeylerde; ihtilaf, şahsî garaz ve hisler ve intikam fikirleri gibi içtimaî hayatı zehirleyen kötü hasletlerdir.

İşte Bediüzzaman Said-i Kürdî’nin, o zamanlar için “bir parça siyasete girdim” dediği husus ve mes’ele; en heyecanlı bir zamandaki bu ilk nutkunun başından beri parçalarını arz ettiğimiz hususlara dair çalışmasından ibarettir. Yoksa, kendisine -bilhassa o zamanlar- meb’usluk da, reislik de, herşeyde müyesser iken, hiç birisini istememiş. Onları kendisine hedef ve gaye etmemiştir. Sadece yol göstermeğe, memleket ve devlet, hususan din-i İslâm için hizmet mes’elelerine dair fikirlerini beyân etmeye, nasihat etmeye çalışmıştır. Bütün siyaseti de işte budur.

Gerçi Bediüzzaman İttihad-ı Muhammedî Cem’iyeti’nin kurucuları arasındadır. Fakat kendisinin hem o zamanki makale ve nutukları ile, hem sonra 31 Mart Vak’ası’nda Divan-ı Harb-i Örfi’deki müdafaatında yaptığı isbatlı açıklamalarıyla; İttihad-ı Muhammedî Cem’iyeti’nin siyasî bir teşekkül olmadığını ve olamıyacağını.. Ve onun hedefi ve gayesi Sünnet-i seniyyeyi ihya için kavlen ve fıilen millete ders vermek ve din hissini ihtizaza getirmek için, nazarları celbedip, dinî hissiyatı harekete geçirmeğe çalışan bir teşekkülden ibaret olduğunu ve o cem’iyyete bütün mü’minlerin -aslında dahil- olduğunu i’lân ve izhar ediyordu.


Yükleniyor...