“Sû-i tâli’ cihetiyle sû-i intihab tarikiyle, müşkil-üt tahsil Avrupa mehasinini terk ederek, çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünûb ve mesavi-i medeniyeti tûtî gibi taklittir ki, bu netice-i seyyie zuhûr ediyor.”

Yani: Bir şanssızlık eseri olarak, medeniyet denilen mefhumu seçerken, kötü bir seçim ile, onun terakki ve san’at tarafının güzelliklerinin tahsili zor olduğu için, çocukcasına heves ve nefsanî arzularına uygun gelen, onun günah ve pis tarafını tûtî kuşu gibi taklid ettikleri için, ortalıkta görünen bu kötü neticeler vücuda gelmiş bulunmaktadır.

Nutkunun bir bölümünde de, neden medeniyyeti istediğini ve hükûmetin idaresi ne için artık bir şahsın tek reyi ile idare olunmayacağını izah ve beyân sadedinde şöyle diyor:

“Zaman-ı sabıkta revabıt-ı içtima’ ve levâzım-ı teayyüş ve fevâid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşaub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devlet idaresine yarı kâfî idi. Amma bu zamanda bu revabıt-ı içtima’ o kadar tekessür.. Ve levazım-ı teayyüş o kadar taaddüt.. Ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki; ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan Meclis-i Meb’usan ve fikr-i ümmet makâmında meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan Hürriyet-i Efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir”

Bu cümleleri biraz açıklamak gerekirse: “Geçmiş zamanlarda içtimaî hayatın bağları, yaşama şartları o kadar çoğalıp dallanmadığından, bazı insanların fikir ve tedbirleriyle devlet idaresi yarı nisbette çevrilebiliyordu. Amma bu zamanda toplum şartları o kadar çoğalmış ve hayatın levazımatı o kadar çeşitlenmiş ve medeniyet ve san’at meyveleri o kadar inceleşmiş ki; devleti idare etmek için milletin kalbi mesabesinde bir millet meclisi ve onun yanında birbirleriyle istişare etmek için şer’î bir meşveret ki, umum milletin bütünleşmiş fikri makâmında bir senato meclisi, aynı zamanda medeniyetin kuvvet ve kılıncı olan hür fikirlerden çıkan reylerle devlet işleri idare edilebilir ve çevrilebilir.” diyor.

Lütfen dikkat buyurun, 1908 yıllarında Bediüzzamanın (ki ne Avrupa görmüş, ne de büyük şehirlerde büyümüş bir insanın) bu seziş ve kavrayışı ve siyasetteki bu fevkalâde mühim anlayışı, herhalde kadir-şinas insanlarca pek büyük, çok yüksek bir ruhun, Fevkalâde dirayetli, nâfiz bir zekânın kemal ve ulvîyetinin sızıntılandır diye hükmedilecektir. Bu mevzuda başka bir şey eklemeye de ihtiyaç yoktur.

Hazret-i Bediüzzaman’ın nutkunun son bölümü ise şöyledir:

Yükleniyor...