Ve tasallut-u medeniyetin zamanında âlemin hükümranı ilim ve marifettir. Mevlidi medeniyet ve şe’ni tezeyyüd ve ömrü ebedî olduğundan, herhangi devletin hayat ve müdebbiri olmuş ise; o hükûmeti kendi gibi kayd-ı ömr-ü tabiîden ve ecel-i inkırazdan tahlis ve küre-i arz kadar yaşamasına isti’dad vermiş. Kitab-ı Avrupa sahaifi bunu alenen gösteriyor. Bu hakikate misal isterseniz, eski hükümetimize ve yeni hükümetimize bakınız!..
Eğer denilse, şimdiye kadar bu hükûmet-i zaifeyi adî adamlar idare edebilirlerdi. Amma bu kadar metin ve dehşetli, kaviyen emel ettiğimiz yeni hükûmeti omuzunda taşıyacak harika ve dahî adamlar lâzım iken, Asya ve Rumeli tarlası acaba öyle mahsûlât verecek mi?
Buna cevab: Eğer başka inkılâblar başa gelmezse, evet.. ve
Üçüncü hakikate dikkat et, şöyle ki: Bu zaman-ı mâzîde insan, isti’dad-ı gayr-i mütenahîye mâlik iken, o kadar dar ve mahdud daire içinde hareket ediyordu ki, gûya insan iken, hayvan gibi yaşadığından, efkâr ve ahlâkı o daire nisbetinde tedennî etmiş ve mahsur kalmış idi. şimdi bu şer’î hürriyet-i âdilane yaşasa, fikr-i beşerin ağır zincirlerini paralamakla ve isti’dad-ı terakkîye karşı sedleri herc u merc ederek, o küçük daireyi dünya kadar tevsi’ edebilir. Hatta benim gibi bir köylü adî adam, süreyya kadar ulvî olan idare-i umumîyi nazara alacak, âmal ve müyulâtının filizlerini orada bağlayacak ve her bir fiil ve tavrının orada bir ihtizaz ile zî-medhal bulunacağından; himmeti süreyya kadar taâlî, ahlâkı o derece tekemmül ve efkârı memalik-i Osmaniye kadar tevessü’ edeceğinden, Eflatunları ve İbn-i Sînaları ve Bismarkları ve Dekartları ve Taftazanîleri inşaallah geri bırakacak. Bu kuvvetli Asya ve Rumeli tarlası çok şübban-ı vatan mahsûlü vereceğinden, kaviyyen ümitvarız. Lasiyyema şu memalik-i Osmaniye, umûm Enbiyanın mahall-i zuhûru.. ve Düvel-i mütemeddine-i sâlifenin mehd-i teşekkülü ve şems-i İslâmiyetin maşrık-ı tulû’u olduğundan, insanların fıtratlarında bu üç şeyi ektikleri; isti’dadat-ı kemal, bu hürriyetin yağmuru ile neşvü nema bulsa, herkesin isti’dadı ve fikr-i münevveri; şecer-i Tûba gibi dal ve budakları her tarafa açacaktır. Ve şarkı Garba nisbeti, seheri guruba nisbeti gibi edecektir. Eğer sevs-i atâletle ve semûm-u ağrâz ile kurutulmazsa...
Dördüncü Hakikat: şeriat-ı Garra, kelâm-ı ezelîden geldiğinden ebede gidecektir. Zira şecere-i meylûl-istikmal, âlemin dalı olan insandaki meyl-i terakkinin muhassal ve semeresi olan isti’dadının telâhuk-u efkârla hasıl olan netâici teşerrüb ve tağaddî ile büyümesi nisbetinde, şeriat-ı garra avnen maddî-i zihayat gibi tevessü’ ve intibak edeceğinden, ezelden gelip ebede gideceğine burhan-ı bâhirdir. Asr-ı Saâdet, sadr-ı evvelin
Eğer denilse, şimdiye kadar bu hükûmet-i zaifeyi adî adamlar idare edebilirlerdi. Amma bu kadar metin ve dehşetli, kaviyen emel ettiğimiz yeni hükûmeti omuzunda taşıyacak harika ve dahî adamlar lâzım iken, Asya ve Rumeli tarlası acaba öyle mahsûlât verecek mi?
Buna cevab: Eğer başka inkılâblar başa gelmezse, evet.. ve
Üçüncü hakikate dikkat et, şöyle ki: Bu zaman-ı mâzîde insan, isti’dad-ı gayr-i mütenahîye mâlik iken, o kadar dar ve mahdud daire içinde hareket ediyordu ki, gûya insan iken, hayvan gibi yaşadığından, efkâr ve ahlâkı o daire nisbetinde tedennî etmiş ve mahsur kalmış idi. şimdi bu şer’î hürriyet-i âdilane yaşasa, fikr-i beşerin ağır zincirlerini paralamakla ve isti’dad-ı terakkîye karşı sedleri herc u merc ederek, o küçük daireyi dünya kadar tevsi’ edebilir. Hatta benim gibi bir köylü adî adam, süreyya kadar ulvî olan idare-i umumîyi nazara alacak, âmal ve müyulâtının filizlerini orada bağlayacak ve her bir fiil ve tavrının orada bir ihtizaz ile zî-medhal bulunacağından; himmeti süreyya kadar taâlî, ahlâkı o derece tekemmül ve efkârı memalik-i Osmaniye kadar tevessü’ edeceğinden, Eflatunları ve İbn-i Sînaları ve Bismarkları ve Dekartları ve Taftazanîleri inşaallah geri bırakacak. Bu kuvvetli Asya ve Rumeli tarlası çok şübban-ı vatan mahsûlü vereceğinden, kaviyyen ümitvarız. Lasiyyema şu memalik-i Osmaniye, umûm Enbiyanın mahall-i zuhûru.. ve Düvel-i mütemeddine-i sâlifenin mehd-i teşekkülü ve şems-i İslâmiyetin maşrık-ı tulû’u olduğundan, insanların fıtratlarında bu üç şeyi ektikleri; isti’dadat-ı kemal, bu hürriyetin yağmuru ile neşvü nema bulsa, herkesin isti’dadı ve fikr-i münevveri; şecer-i Tûba gibi dal ve budakları her tarafa açacaktır. Ve şarkı Garba nisbeti, seheri guruba nisbeti gibi edecektir. Eğer sevs-i atâletle ve semûm-u ağrâz ile kurutulmazsa...
Dördüncü Hakikat: şeriat-ı Garra, kelâm-ı ezelîden geldiğinden ebede gidecektir. Zira şecere-i meylûl-istikmal, âlemin dalı olan insandaki meyl-i terakkinin muhassal ve semeresi olan isti’dadının telâhuk-u efkârla hasıl olan netâici teşerrüb ve tağaddî ile büyümesi nisbetinde, şeriat-ı garra avnen maddî-i zihayat gibi tevessü’ ve intibak edeceğinden, ezelden gelip ebede gideceğine burhan-ı bâhirdir. Asr-ı Saâdet, sadr-ı evvelin
Yükleniyor...