Evet bunların hangisi doğru?.. Bize göre ve tarihî vesika ve belgeler ışığında her iki rivayetin de aslı yoktur. Çünki bir kere şark’tan geldiğinde, direkt Padişah’la görüşmek ve davasının temeli olan Medreset-üz-Zehra’sını maddeten Padişah’ın desteği ile inşa ettirmek arzusuyla, İstanbul yolunu tutmuştur. Gelirken Vali Tahir Paşa da, ona mektup vererek Padişah’a yollamıştır. Amma maalesef Padişah’la görüşme imkânını bulamadığı gibi, Mabeyn paşalarının basit düşünceli tedbirleriyle tımarhaneye, sonra da tarassuthaneye sevk edilmiştir. Bu tarih ise, yalnız ve yalnız 1908’in içindedir. Ondan evvel kesinlikle ve Bediüzzaman’ın kendi öz ifadeleriyle İstanbul’a hiç gelmemiştir.

Sayın Kutay başkasından duyduğunu söyliyerek: “Siyah iri gözlü(34), Buhara kalpaklı idi...” sözleri de galattır. Çünki bütün dünya bilir ki; Bediüzzaman’ın gözleri mavi-elâ idi. Kalpak meselesi ise, Rus esaretinden 1918’lerde döndüğünde başına koymuş olduğu kalpaktan gayrı hiç bir zaman kalpak giydiği yoktur.

Kaldı ki, ikinci rivayetinin aslı ise hiç yoktur. 1896, 1899, veya 1906’da ne İstanbul’a geldiği vardır, ne de askeri mahkemeye verilmesi mevzûu bahsdır. “Hele sekiz ay tımarhânede kaldı, sonra Hürriyetçiler onu gizlice Rumeli’ye kaçırdılar” iddiasında da hiç bir mülayemet tarafı yoktur.

Zira Bediüzzaman, ne bir askerî mahkemeye verilmiş, ne de sekiz ay tımarhanede bekletilmiştir. Tımarhânede, yukarıda ispat edildiği gibi, ancak onbeş-yirmi gün kadar bekletilmiş, sonra da nezarethâneye alınmıştır. Ne ise sadede dönelim..

EşREF EDİB’İN YAZDIKLARI

Bediüzzaman’ın bu dönem hayat faslının bir nebze tasvirini, onun eski bir cihad arkadaşı ve talebesi Merhûm Eşref Edib Ferğan’dan dinleyelim:

1966’da Tabiî senatör Ahmet Yıldız’ın, Bediüzzaman’ın merhûm ve masum şahsiyetine yalan dolan iftira ve tezvir dolu saldırısına karşı, Merhûm Eşref Edip Ferğan Bey, Yeni İstiklal Gazetesi’nde ona cevab verdi. İşte bu hak ve müskit cevaptan bazı cümleler alıyoruz:


Yükleniyor...