Eğer müdâhane, temellük, tazarru’-u sinnevri, menfaat-ı umumiyeyi, menfaat-ı şahsiyyeye feda etmek, aklın muktezasından addedilmek lâzım gelirse; şâhid olunuz, ben o akıldan istifamı veriyorum. Divanelikle ki bence bir mertebe-i ma’sumiyet gibidir- iftihar ediyorum.
Dört nokta şüûbheyi davet etmiş.. Onları bilerek bazı hikmet-i hafiye için yapmışım.
Birincisi: şekl-i garibim!.. Bu muhalif libasımla makasıd-ı dünyeviyeden istiğnamı ve âdât-i beldeye adem-i müraattan özürümü ve ahvâl ve etvârımın nâsa muhalefetini.. ve münasebet-i zahir ve bâtın ile tabîilik insaniyyetimi ve milletimin muhabbetini i’lân etmek içindir. Hem de garîb ma’na, garîb bir lâfız içinde olmalı. Tâ ki nazar-ı dikkati celb etsin. Hem de sanayi-i mahalliyeye revaç vermek için bir nasihat-ı fi’ilî ediyorum. Hem de kendimde bir meyl-i teceddüdü göstermek ve zamanın teceddûd edeceğine işaret ediyorum. Hem de Sultan Selim’e biat etmişim.
İkincisi: Ulemâ ile münâzaramdır. Onun sebebi İstanbul’a geldim, gördüm ki; sair şuabâta nisbeten medaris terakki etmemiştir. Bunun da sebebi: kitaba nazarla istinbat-ı mes’ele etmek olan isti’dadı, meleke-i ilim yerinde ikame olunmuş. Ve talebelerde adem-i münazara ve sual ve cevab sebebiyle şevksizlik ve atâlet gibi bazı hali intac etmiştir. Sair müntic-i ta’accup ve hayret olan Ulum-u Ekvan.. veya eğlence ile vakit geçirmeyi müntic olan fünûn-u hevesat.. ve lezzet-i hakikiyeyi mutazammın olan ulûm-u maksud-i bizzât gibi, ulum-u ilahiye tahsil olunmaz. Bunun da ya bir himmet-i alî veya bir tavağğul-u tam veya müsabakayı müntic olan sual ve cevab gibi bir şevk-i kasrî ve hâricî lâzımdır. Ve yahut taksim-i a’mal kaidesine tatbikan her bir talebenin isti’dadına göre bazı fünûn ile tavağğul etmeli. Ta mûtahassıs olsun, sathî olmasın. Zira her ilmin bir suret-i hakikisi var. Meleke olmadığı vakit, bazı tarafı nâkıs olan sûretlere benzer
Bunun da çaresi: ona müstaid olan bir fenni esas tutmalı. Ve buna münasib fünûnu, herbirinden birer fezleke alınmalı ve o fenn, esasın sûret-i hakikiyesini mütemmim ittihaz etmelidir.
Zira her bir fezleke, bir sûret-i müstakilleyi teşkil etmiyor. Lâkin bir sûret-i esasiyeyi tekmil edebilir.
Ey sözümü işiten talebe-i ulûm! Mektebliler gibi -ki onlar nâkıs olan seleflerine hayr-ül halef olmuşlar- çalışalım ki; evc-i kemâle vâsıl olan seleflerimize hayr-ül halef olalım!..
Ben münâzara ile bilfiil iki noktadan ikaz etmek istiyordum.
Üçüncüsü: Fuzulilik olarak iki fikri beyân etmiştim. Birincisi: şu
Dört nokta şüûbheyi davet etmiş.. Onları bilerek bazı hikmet-i hafiye için yapmışım.
Birincisi: şekl-i garibim!.. Bu muhalif libasımla makasıd-ı dünyeviyeden istiğnamı ve âdât-i beldeye adem-i müraattan özürümü ve ahvâl ve etvârımın nâsa muhalefetini.. ve münasebet-i zahir ve bâtın ile tabîilik insaniyyetimi ve milletimin muhabbetini i’lân etmek içindir. Hem de garîb ma’na, garîb bir lâfız içinde olmalı. Tâ ki nazar-ı dikkati celb etsin. Hem de sanayi-i mahalliyeye revaç vermek için bir nasihat-ı fi’ilî ediyorum. Hem de kendimde bir meyl-i teceddüdü göstermek ve zamanın teceddûd edeceğine işaret ediyorum. Hem de Sultan Selim’e biat etmişim.
İkincisi: Ulemâ ile münâzaramdır. Onun sebebi İstanbul’a geldim, gördüm ki; sair şuabâta nisbeten medaris terakki etmemiştir. Bunun da sebebi: kitaba nazarla istinbat-ı mes’ele etmek olan isti’dadı, meleke-i ilim yerinde ikame olunmuş. Ve talebelerde adem-i münazara ve sual ve cevab sebebiyle şevksizlik ve atâlet gibi bazı hali intac etmiştir. Sair müntic-i ta’accup ve hayret olan Ulum-u Ekvan.. veya eğlence ile vakit geçirmeyi müntic olan fünûn-u hevesat.. ve lezzet-i hakikiyeyi mutazammın olan ulûm-u maksud-i bizzât gibi, ulum-u ilahiye tahsil olunmaz. Bunun da ya bir himmet-i alî veya bir tavağğul-u tam veya müsabakayı müntic olan sual ve cevab gibi bir şevk-i kasrî ve hâricî lâzımdır. Ve yahut taksim-i a’mal kaidesine tatbikan her bir talebenin isti’dadına göre bazı fünûn ile tavağğul etmeli. Ta mûtahassıs olsun, sathî olmasın. Zira her ilmin bir suret-i hakikisi var. Meleke olmadığı vakit, bazı tarafı nâkıs olan sûretlere benzer
Bunun da çaresi: ona müstaid olan bir fenni esas tutmalı. Ve buna münasib fünûnu, herbirinden birer fezleke alınmalı ve o fenn, esasın sûret-i hakikiyesini mütemmim ittihaz etmelidir.
Zira her bir fezleke, bir sûret-i müstakilleyi teşkil etmiyor. Lâkin bir sûret-i esasiyeyi tekmil edebilir.
Ey sözümü işiten talebe-i ulûm! Mektebliler gibi -ki onlar nâkıs olan seleflerine hayr-ül halef olmuşlar- çalışalım ki; evc-i kemâle vâsıl olan seleflerimize hayr-ül halef olalım!..
Ben münâzara ile bilfiil iki noktadan ikaz etmek istiyordum.
Üçüncüsü: Fuzulilik olarak iki fikri beyân etmiştim. Birincisi: şu
Yükleniyor...