Mes’elenin burasını ve sonraki taraflarını bizzât Bediüzzaman’dan dinleyelim:

“Tımarhanede tabib ile vaki’ olan maceram:

Ey Tâbib Efendi! Sen dinle, ben söyliyeceğim. Cinnetime bir delil daha senin eline vereceğim; sual olunmadan cevab... Antika bir divanenin sözünü dinlemeyi arzu edersiniz. Muayenemi muhakeme suretinde istiyorum. Senin vicdanın da hakem olsun. Tâbibe ders-i tıbb vermek fuzulilik. Amma teşhis-i illete yardım edecek noktalar hastanın vazifesidir. Hem de istikbal sizi tekzib etmemek için dinlemenize lüzum görürsünüz. şu dört noktayı nazar-ı mütalâaya alınız!... “ (Ve sonra yine tımarhanede iken verdiğim bazı izahatın suretidir:)

Birincisi: Ben Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Kaba olan ahvâlimi Kürdistan kapanıyla tartmalı. Hassas olan medenî İstanbul mizaniyle tartmamalısınız. Öyle yaparsanız, ma’den-i sa’adetimiz olan Dersaadetten önümüze sed çekmiş olursunuz. Hem de ekser Kürdleri tımarhâneye sevk etmek lâzım gelir. Zira Kürdistan’da en revaçlı olan ahlâk cesaret, izzet-i nefs, salâbet-i diniye, muvafakat-ı kalb ve lisandır. Medeniyette, nezâket denilen emir, onlarca müdahanedir.

İkincisi: Benim elbisem gibi, ahvâl ve ahlâkım da nâsa muhaliftir. Hak ve nefs-ül emri mahak-i i’tibar ittihaz ediniz. Zamanın veya âdetin revaç verdiği bazı ahlâk-ı seyyieyi görenek vasıtasıyla -nümûne-i imtisal olmuş- mikyas yapmayınız. (Nemelâzım başkası düşünsün) feryad-ı meyyitaneyi vermek gibi...

Müslümanım, İslâmiyet cihetiyle ma’nen me’murum.. Ve sadakatla mükellefim. Millete, din ve devlete nâfi’ olan bir şey düşüneceğim!..

Üçüncüsü: şâz ve nadir olarak, isti’dad-ı zamanın fevkinde çok kimseler gelip gitmiş. Nâs, ibtida onlara cünûn veya abes isnadından sonra, sihre veya hârikaya hamletmişler. Birinci ve ikinci noktanın mabeyninde olan tezad, cinnetime hükmeden zevâtın delil ve müddeâlarında olan tezada imadır. Zira efalleriyle demişler: “Divanedir, çünki her mesâil-i müşkileye cevab veriyor. Böyle delil getiren delidir”

Dördüncüsü: Asabî adam, husûsan benim gibi sinirli bir kimsenin telâş ve hiddet etmesi zarurîdir. Bahusus bir fikr-i alîyi onbeş sene zihninde taşıyan, bilfiil karib olduğu zaman, yani bir inkılâb-ı azîm ile kendini muhatârada ve mehlekede görse ve temaşasından mahrum kalsa, nasıl telâş ve hiddet etmesin? Hem de benden daha divane Zabtiye Nâzırıdır. Zira benden daha hadiddir. Hem de bu cinnet-i muvakkataya mübtela olmayan binde birdir.

Yükleniyor...