Bu suretle tarz-ı idaresinin noksaniyetlerini ifade ile, maarif, san’at ve fünûn noktasından şark’ın uyandırılması lâzım geldiğini mukni’ olarak bize izah ile, bu gayesinin tahakkuku için İstanbul’a geldiğini anlattı... Ve diyordu ki: “Vicdanın ziyası ulûm-u diniyyedir. Aklın Nuru fünûn-u medeniyedir.”
Kardeşi Abdulmecid
Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Efendi’yi dinliyoruz:
“... Günlerce, haftalarca başarı ile devam eden şu yüksek ilmî münakaşaların sonunda: “Bu adam delidir, çünki herşeyi biliyor,” diye zavallı Said’i deliler defterine kaydettiler, din, ilim, maarif, memleket, medeniyet ve insanlık mecnunu olan Said’i tımarhaneye attılar. Tımarhanede iken, muayene için Mabeyn’den bir doktor yanına gönderdiler. Mecnun Said, doktora uzun uzadıya macerasını ve İstanbul’a ne için geldiğini anlatır. Ezcümle doktora der ki:
“Ben değil, memleket ve millet hastadır. Onların tedavisi için geldim. şark memleketi yaratıldığı durumda durmaktadır. Halkı cehâlet bataklığında boğulmaktadır. Onları kurtarmak ümidiyle buraya geldim. Burada bu hususda çalışırken cinnet ile ittiham edildim. Hakikaten deliler içine düşen deli olur ki; İstanbul’a geldim, ben de deli oldum” der.
“Doktor Bediüzzaman’ı dinledikten sonra, hayret içinde kalır.. Ve onun nasıl maarifperver, vatanperver, hayırhah, eşsiz bir zekâ sahibi olduğunu anlar. Raporunu şöyle tanzim ederek Mabeyne gönderir: “şimdiye kadar İstanbul’a gelenlerin içerisinde zekâ ve fetanetçe böyle bir nadire-i cihan bulunmuş değildir.”
“Doktorun bu raporu üzerine Mabeyn’e telaşa düşer. Hemen Bediüzzaman’ı çarçabuk tımarhâneden tevkifhâneye aldırırlar. Bir an evvel onu İstanbul’dan uzaklaştırmak gayesiyle 30 altın lira maaş, bir miktar da para teberru’ hususunda irade-i saniyyeye iktiran ettirilerek Zabtiye Nazırı şefik Paşa ile Bediüzzaman’a gönderirler.“(26)
Yükleniyor...