kaladursun, yukarıdaki şekerci Hanı’ndaki acîb ilân hadisesini bizzât Bediüzzaman’dan dinleyelim:
“... Ezcümle, Ben Hürriyet’ten evvel İstanbul’a gelirken, yolda bir iki ilm-i kelâma ait kitaplar elime geçti. Dikkatle mütalâa ettim. İstanbul’a geldikten sonra, sebepsiz olarak(12) hem ulemâyı, hem mekteb muallimlerini münazaraya, “kim ne isterse benden sorsun” diye ilân ettim. Medar-ı hayrettir ki; mûnazaraya gelenler, bütün sordukları sualler, yolda mütalâa ettiğim ve hafızamda kaldığı mes’elelerdi. Hem feylesofların sordukları sualler, hafızamda bulunan meselelerdi.
şimdi anlaşıldı ki, o fevkalâde muvaffakiyet ve benim de haddimden çok ziyade o hodfuruşluk ve mânâsız izhar-ı fazilet ise, ileride Risale-i Nûr’un İstanbul’ca ve ulemâca makbuliyetine ve ehemmiyetine zemin ihzar etmek imiş...(13)
Başka bir eserinde şöyle diyor:
“...Ve Hürriyet’ten altı ay evvel İstanbul’da hem ulemâyı hem de mekteplileri münazaraya davet edip, kendisi hiç sual sormadan suallerine noksansız olarak cevap veren...”(14)
Bediüzzaman’ın bu ikinci beyânından anlaşılan; o, İstanbul’a hemen gelir-gelmez ulemâyı münazaraya da’vet etmiş değildir. Belki belirtildiği üzere; evvelâ Medreset-üz-Zehra’sı için Padişahla görüşmek istemesi, fakat görüşememesi, nihayet bir dilekçe ile Mabeyn-i Hümayun’a müracaat etmek sûretiyle teşebbüse geçmesi, amma yine de bir netice elde edememesi sonunda nazar-ı dikkatleri şark’taki ilime ve insanlarının kabiliyetine çekmek niyetiyle bu ilânı İstanbul’a geldikten 2-3 ay sonra, yani Üstâd’ın beyâniyle, bu ilânı İkinci Meşrutiyet’in ilânından altı ay evvel yaptığı, o ise şubat veya Mart 1908’de vaki’ olduğu görülmektedir.
Merhûm Abdurrahman’ın yazdığı ise: “Bediüzzaman, şark’tan İstanbul’a gelmek üzere iken, Eski Van valisi Tahir Paşa’nın ona: “Kürdistan ulemâsını ilzam ediyorsun, fakat İstanbul’a gidip de o denizlerdeki büyük balıklara meydan okuyamazsın!” mealinde söylediği söz üzerine, İstanbul’a varır varmaz, hemen ulemâyı münazaraya davet etti” şeklindeki ifadesi ile; Bediüzzaman’ın o acîb münazara ilanına sebep olarak, sadece o ta’rize
“... Ezcümle, Ben Hürriyet’ten evvel İstanbul’a gelirken, yolda bir iki ilm-i kelâma ait kitaplar elime geçti. Dikkatle mütalâa ettim. İstanbul’a geldikten sonra, sebepsiz olarak(12) hem ulemâyı, hem mekteb muallimlerini münazaraya, “kim ne isterse benden sorsun” diye ilân ettim. Medar-ı hayrettir ki; mûnazaraya gelenler, bütün sordukları sualler, yolda mütalâa ettiğim ve hafızamda kaldığı mes’elelerdi. Hem feylesofların sordukları sualler, hafızamda bulunan meselelerdi.
şimdi anlaşıldı ki, o fevkalâde muvaffakiyet ve benim de haddimden çok ziyade o hodfuruşluk ve mânâsız izhar-ı fazilet ise, ileride Risale-i Nûr’un İstanbul’ca ve ulemâca makbuliyetine ve ehemmiyetine zemin ihzar etmek imiş...(13)
Başka bir eserinde şöyle diyor:
“...Ve Hürriyet’ten altı ay evvel İstanbul’da hem ulemâyı hem de mekteplileri münazaraya davet edip, kendisi hiç sual sormadan suallerine noksansız olarak cevap veren...”(14)
Bediüzzaman’ın bu ikinci beyânından anlaşılan; o, İstanbul’a hemen gelir-gelmez ulemâyı münazaraya da’vet etmiş değildir. Belki belirtildiği üzere; evvelâ Medreset-üz-Zehra’sı için Padişahla görüşmek istemesi, fakat görüşememesi, nihayet bir dilekçe ile Mabeyn-i Hümayun’a müracaat etmek sûretiyle teşebbüse geçmesi, amma yine de bir netice elde edememesi sonunda nazar-ı dikkatleri şark’taki ilime ve insanlarının kabiliyetine çekmek niyetiyle bu ilânı İstanbul’a geldikten 2-3 ay sonra, yani Üstâd’ın beyâniyle, bu ilânı İkinci Meşrutiyet’in ilânından altı ay evvel yaptığı, o ise şubat veya Mart 1908’de vaki’ olduğu görülmektedir.
Merhûm Abdurrahman’ın yazdığı ise: “Bediüzzaman, şark’tan İstanbul’a gelmek üzere iken, Eski Van valisi Tahir Paşa’nın ona: “Kürdistan ulemâsını ilzam ediyorsun, fakat İstanbul’a gidip de o denizlerdeki büyük balıklara meydan okuyamazsın!” mealinde söylediği söz üzerine, İstanbul’a varır varmaz, hemen ulemâyı münazaraya davet etti” şeklindeki ifadesi ile; Bediüzzaman’ın o acîb münazara ilanına sebep olarak, sadece o ta’rize
Yükleniyor...