şimdi bu fezlekenin vesikalarının ışığı altında, hadiselerin inkişaf şeklini ve cereyan tarzını; ve bazılarınca mesnedsiz olarak iddia edildiği şekilde, Bediüzzaman’ın Sultan Abdülhamîd’le görüşme imkanını bulup bulmadığını tesbit etmeye çalışacağız:
Evet, Bediüzzaman Hazretleri manen umum şark vilayetlerini, belki de bir cihette İslâm âlemini temsilen Padişah’ın ve Hükûmetinin, onun Medreset’üz-Zehra’sına el atıp, inşaasına maddi destek olmaları maksadıyla İstanbul ve hükûmetin nazar-ı dikkatini çekmek ve şark’ın perişan kılık ve kıyafeti altında ilim ve irfan istidadının yattığını da göstermek için, kendi mahallî kıyafeti olan şal-şapik ve kamasıyla İstanbul’a geldi.
Az üstte vesikaları geçtiği üzere, evvelâ iki ay Ferik Ahmet Paşa’nın evinde kaldı. Burada iken Padişah’la görüşme imkânlarını araştırmakta iken, kendisine bu hususta yardımcı olanların delâletiyle, Padişah’a arzetmek üzere bir dilekçe yazdırarak mabeyn-i Hümayun’a bizzât götürüp verdi.
Mabeyn-i Hümayun, gerçi bir özel kalem müdürlüğü şeklinde bir makam idi. Fakat büyük bir Padişaha lâyık ve münasib olarak, onun en mukarreblerinin ikamet ettikleri ve Padişahın emir ve fermanlarının icra edildiği, vali ve paşaların devlet işleri için müracaat ettikleri bir makâm idi.
İşte, Bediüzzaman dilekçesini götürüp bu makâma verdi. Dilekçeyi alan Mabeyn’deki paşalar, nasıl bir tavır ile karşıladıkları ve ne derece önem verdikleri bilinmemektedir. Ancak Bediüzzaman’ın bilâhare tarassudhanede Zabtiye Nazırı şefik Paşa ile karşılıklı konuşmalarından anlaşıldığına göre; onun derin, hikmetli ve isabetli ve Osmanlı Devleti’nin istikbaline pek büyük menfaati olacak olan dilekçesindeki düşünce ve isteklerinin müsbet bir tavır içinde karşılanmadığı, belki ehemmiyetsiz görülerek nazar-ı itibare alınmadığıdır. Bediüzzaman ise, makâmın merasim ve âdâbını bilmediğinden, gayet serbestçe dilekçesindeki fikriyatını ve esbab-ı mûcibelerini
Yükleniyor...